Başbakan çok çok büyük bir salonda Memur-Sen üyelerine hitap ediyor. Mehmet Âkif İnan’dan şiir okuyor. Memur-Senlileri de 28 Şubat sürecinde ve 17 Aralık sürecinde kahramanlıklarıyla öve öve bitiremiyor. Memur-Senliler de ne kadar kahraman olduklarının haklı gururuyla göğüslerini şişiriyorlar. Öyle ya konuşan Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı ve böylesi bir övgüye daha evvel hiç layık olmamışlardı.
Ben bu tabloyu seyrederken rahmetli Âkif ağabeyi hatırladım.
Benim Âkif ağabeyle tanışıklığım muhtemelen Sayın Erdoğan’dan öncedir. Aşağı yukarı kırk yılı bulur. Âkif ağabey Türk Ocağında görev yapmıştı. Daha sonra da Gazi Eğitim’de hocalık.. Özellikle hocalık yaptığı dönemde bıyıkları ihtişamlıydı. Ben Gazi’de değildim ama edebiyata olan ilgimiz ve ülkücü hareketin dergilerini çıkarıyor olmamız hasebiyle hocayla yakın teşrik-i mesai içindeydik. Hoca ülkücülerden bir şikÂyeti olduğunda bana söylerdi. Ben de onun bize olan sevgisini yakından müşahede ederdim. Ayrıca Rasim ağabeylerle çıkardığı edebiyat dergilerinde özellikle Mavera’nın zemin kattaki ofisinde de zaman zaman görüştük.
Yıllar yılları kovaladı ve biz Mamak zindanlarına düştük. Çıkınca da görüştük. Daha çok da Türkiye Yazarlar Birliği’nin şiir şölenlerinde.. Hele hele benim başkanlığım sırasında düzenlediğimiz Türkiye içinde ve/veya Türkiye dışındaki bütün şiir şölenlerine onu davet ettim. Yengenin şikâyetlerini göğüslemek onu da ilerideki bir şiir şölenine götürmek vaatleri de cabası…
Âkif ağabeyle aynı odayı paylaşmak uyumadığı saatlerde çok zevkliydi. Sohbetine doyum olmazdı. Açık yürekli, samimi ve dürüsttü.
Zaman zaman “sendika ne iş abi?” diye de takılırdım. O da bana şeyh olduğunu da biliyorum ya -kendince- “Lütfü sen tam benim müridim olacak adamsın, tek müridim olsa o da sen olsan” diyordu. Aşkabat’ta Hoca Ahmet Yesevi iin yazdığım şiiri çok beğenmişti.
Balıkesir’in Dursunbey ilçesinin Suçıktı beldesinde keyifli bir başlangıç yapmıştık. Bahattin Karakoç’un da olduğu onlarca şairi Bursa ve Balıkesir’e götürdüğümüz şiir macerasında dinlenmek için Suçıktı’ya gelmiştik. Oradaki parkta su gerçekten sağdan soldan çıkıyor ve serin huzurlu bir ortam sağlıyordu. Şairler hep birlikte karar verdik: bundan sonra Suçıktı şiir şölenleri yapalım burada diye. Benim genel başkanlığım dönemiydi ve ilk festivali başlattık. Âkif ağabeyle orada da aynı evde kaldık. Sağolsun Dursunbeyliler bizleri hep evlerinde misafir ettiler. Orada da Âkif ağabeyle güzel sohbetli bir gece geçirdik, benim hiç uyuyamadığım saatleri hariç tabii.
Derken ömrünün sonlarına yaklaştı. Öleceğini biliyordu.
Sıhhiye’de küçük bir daire Memur Sen ofisi idi. Bütün teşkilatlar hepsi bir arada idi. Henüz bu sendikanın yıldızının parlamadığı günlerdi. 28 Şubat dönemiydi. Çevik Bir beni mahkemeye vermişti, Milli Sivil Stratejik Konsepti yazdım ve televizyonlarda örtülü darbe açıklamaları yaptım diye… Şimdiki demokrasi kahramanlarının hiçbirisi o zaman yoktu, herhalde yerin dibindeydiler…
Âkif ağabey bir gün acil benden sendikaya gelip gelemeyeceğimi sordu. Çok ısrar etti. Ben de hemen gittim. Odasına aldı ve kimsenin rahatsız etmemesini tembih etti. Çay içtik. Sendikayı nasıl kurduğunu anlattı. Zorluklara değindi. Ve en önemlisi yakında öleceğini söyledi.
Ben “abi Allah gecinden versin, o nasıl söz” dedikçe “Lütfücüğüm biliyorum, çok az ömrüm var ama senden bir ricam var” dedi.
Ricası kendisinden sonra sendikanın genel başkanlığını almamdı. Ben tabii çok şaşırdım. Çok teşekkür ettim, güveni için yanaklarını bile okşadım. Fakat böyle bir şeyi üstlenemeyeceğimi ifade ettim. Dedim ki:
“Ağabey ben memurun sendika kurmasına karşıyım. Bunu Kamu Sen kurulurken önce vakıfta söyledim. Kamu Çalışanları Vakfında… Kamu Sen’de de yöneticilik teklif ettiklerini ama bana göre Türkiye’de memur statüsünün hep yanlış değerlendirildiğini memur sayısının azaltılması lüzumunu ve idareci sınıfının memur olması gerektiğini, hizmetinden yararlanılanların ise işçi veya sözleşmeli olması gerektiğini söyledim. Türkiye için 750 bin memur yeterli dedim. Devlet kendi memurunu sayar, kollar, korur; onun için sendikaya gerek yok diye de ekledim. Hem Kamu Sen’i kabul etmemişim, arkadaşlara ayıp olur dedim. O “bütün bunları biliyorum, ama kimseye güvenemiyorum Lütfü, ben öldükten sonra bunlar birbirlerine girecekler” dedi.
Ve hüzünlendi. Adeta kendisinden sonra olacakları biliyordu. Ben öleceğini bilseydim, ricasını emir telakki ederdim.
Nitekim rahmete kavuştuktan sonra bir ay geçmedi. Memur Sen’deki o küçücük sendikadaki insanlar birbirlerine girdiler. Ne hazin bir dönemdi. Akif ağabeyin kemikleri sızladı.
Geç anlamıştım. Haklıymış.
Yıllar geçti. Memur-Sen’in yıldızı parladı. Sendika başkanları korumalarla gezdiler. Ne saltanattı…
Başbakan’ın konuşması bana o günleri hatırlattı.
Güzel de şiir okudu:
Ben de o mücadele dolu 70’li yıllarda birçok mahfilde “Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde” diye yüreklere işleyen şiiri binlerce defa okumuşumudur. Onun Türkçe sevdası bütün Şanlıurfalıların olduğu kadar bütün Kahramanmaraşlıların da Sivaslıların da hoşuna giderdi.
Allah rahmet eylesin!
Sevgili Başbakanım, keşke o yıllara siz de şahit olsaydınız… Belki de sendikacılara bu kadar iltifat yapmazdınız, ne bileyim?!… Yine de kadirşinas olmanız güzel… Bazıları onu da beceremiyor ya…
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı