Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Aysbergin Görünmeyen Kısmı

Bu ay içinde birçok üniversitede alternatif galalara katıldık.

Kafes filminin galaları bunlar…

İstanbul Bilgi Üniversitesi, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi, Burdur Mehmet Âkif Üniversitesi ilah…

Bu galalar vesilesiyle aslında bir öğrenim yılı boyunca bazı derslerde işlenmesi gereken konuları teati etmiş oluyoruz. Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler, Sosyoloji, Sosyal Psikoloji, Tarih, Edebiyat, İletişim, İletişimsel Edebiyat, Yönetim, Darbeler, İnsan Hakları, Hukuk, Demokrasi ilah…

12 Eylül öncesi ve sonrası Türkiye’de akademya layık-ı veçhile bu milletin yaşadığı travmaları, dramları, ümit ve ümitsizlikleri değerlendiremedi.  Dolayısıyla kendine mahsus bir sosyoloji kuramadı. Sosyal bilimlerde özgün bir terkibe yeltenemedi.

Hep dışarıdan apardığı sosyal bilimlerle alakalı bilgi kumkumalarını öğrencilerine dayatan bir akademyamız var maalesef…

Zaten bugünkü problemimiz de buradan kaynaklanmıyor mu?

Bu tefrik etme ve terkip etme kabiliyeti olmayınca akademya özgün ve özgür düşünemiyor. Akademya özgün ve özgür olamayınca da ister istemez bu siyaset dünyasına, medya dünyasına yansıyor.

Bana sordular, Ak Parti milletvekili Selçuk Özdağ’ı da çağırsak nasıl olur diye… Her halde ülkücü gençliğin protestosundan çekindiler. Oysa öyle bir şey olmayacağını adım gibi biliyordum. Hem Selçuk Özdağ bu fikrin çilesini çekip o kadar yıl içerde yatanlardan değil miydi?

Düzenleyicilere; “Ne olacak, dedim. Kimi çağırırsanız çağırın.”

“Üniversitenin özgünlüğün ve özgürlüğün beşiği olması gerekmez mi” diye de ekledim.

Selçuk Özdağ geldi ve birlikte bir panelde filmin yapımcısı Yasemin Nak Hanımefendi de olduğu halde görüşlerimizi Burdur halkımızla ve üniversiteli gençlerle paylaştık.

MHP yetkilileri de gelseler iyi olurdu.

CHP’den de keşke o döneme ait söyleyecek sözü olanlar gelselerdi.

HDP’lilerle bile her türlü toplantıya katılırım, görüşlerimizi özgün ve özgür bir ortamda paylaşırım.
 
Nitekim böyle bir ortamı öğrencilerine vaadeden Bilgi Üniversitesi’nde milliyetçi öğrenci topluluğunun değerli yöneticilerine de söyledim: Özgürlük ve özgünlük her gruba kristalize edilmiş özel köşelerde kendi kendilerine konuşma özgürlüğü vermek değildir; bilakis fikirlerin müsameresini temin etmek icap eder. Müsademe-yi efkardan niçin kaçılsın ki?

Gerçek fikir çatışmaları özgürlüğün pekişmesine sebep olur. Ayrıca fikirleri, içine kapılmaktan kurtarır. Gelişmelerini, farklı fikirler karşısında yeterli donanıma sahip olmalarını sağlar.

Kendi kendilerine çalıp söyleyenler hangi sanatı icra ettiklerini bile bilemezler.

Dışa kapalı, içine büzülmüş, mensuplarını fikirlerinin gelişimini temin için tartışmaya sevk etmeyen, özeleştiri yapma fırsatı tanımayan siyasi hareketler kesinlikle kitinleşirler, odunlaşırlar. Her odunlaşan, kitinleşen bitkiler gibi de içten içe çürüyüp giderler.

Maalesef bugün bütün siyasi hareketler ve onları besleyen fikirler içten içe çürüyüp gitmişlerdir.

MHP ve çevresi öyle olmuştur. Çürümektedir, kitinleşmektedir. Mazideki destansı mücadelesinden eser yoktur. İstikbale dair Türk milletine bir ümit aşılayamamaktadır. Hatta millet ona motivasyon yüklediği halde o milleti endişeye korkuya ümitsizliğe sevk etmeye çalışmaktadır adeta…

CHP ana muhalefet partisine bakalım;  onda eski milli mücadelenin bırakın temsilciliğini esamesini bulamazsınız. Hadi milli mücadeleden geçtik; eski sol söylemlerden bile vazgeçmişe benziyorlar.

Oysa tam da bütün dünyada anti emperyalist mücadele ve yeni bir sosyalizm bayrağı dalgalandırmak için ne büyük fırsatlar bulunmaktadır.

İktidar partisi ve çevresi de böyledir.

İslami hareketler bir zamanlar Türkiye ve dünya meseleleri etrafında yüzlerce projeye imza atmıştır. Çökmekte olan bir Batı medeniyetine karşı alternatif olacak İslam medeniyeti güneşi için ne güzel düşler kurulmuştu oysa…

Sezai Bey’in Diriliş neslinin amentüsü nereye gitti?

Akif’in asrın idrakine söyletilecek İslam’ı?..

Nurettin Topçu’nun millet mistikleri nereye sıvıştılar?

Bin yıllık terkibin izini sürecek kahramanlar ne de çabuk ram oldular üç kuruşluk tahtlara, saltanatlara…

Üniversite işte bu çöküşten kurtarabilir bizi…

Bunun için dedim ki; “Bilgi Üniversitesi’nde her eğilim madem ki çeşitli radikal toplantılar tertip edebiliyorlar, o zaman beni bir daha çağırdığınızda diğer kesimler de salonda bulunsunlar ve her çeşit soruyu sorabilsinler, her meseleyi masaya yatırabilelim…”

Müsademe-i efkârdan barika-yı hakikat doğar çünkü…

Son üniversite turlarımdan birinde de Düzce Üniversitesi’ne uğradım.

Düzce Üniversitesi’nde de benzer bir konu için mi bulunuyorum diye düşünürken eski bir sevgiliyle karşılaşır gibi tarımsal bir konu ile misafir edildim oraya.
Çeltik Çalıştayı düzenlemişti Düzce Üniversitesi.

Konuralp Uluslararası Çeltik Çalıştayı.

Değerli meslektaşım Prof. Dr. Ahmet Uludağ Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nin dekanı.

Rektör Hanım da meğerse Orhan hocamızın öğrencisiymiş.

Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’ı da böylece yad ettik. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’ı Köy Sosyolojisi ile tanıyoruz. Tıpkı bin yıl önce o müthiş risaleyi yazan El Cahiz gibi bizim de mesleğimiz Ziraat ve Baytariye iken aynı zamanda edebiyat, aynı zamanda sosyal psikolojidir. Ümmetin ve milletin ruh kökünü ve eylem planını, davranış kodlarını kavramanın ve geliştirmenin yolunu aramak yani…

O yüzden Türkdoğan tam da bu yüzden bizim neslin hem hocası, hem de kanaat önderlerinden olmuştur.
 
En son onun Türk Tarihinin Sosyolojisi adlı hacimli kitabını basmıştık 12 Eylül öncesinde. Sonra da darbe bizi Kafes’e tıkmıştı. İşin garibi Orhan Türkdoğan, Orhan Özgüneş gibi ilim adamları da, Seyit Ahmet Arvasi gibi bir tefekkür adamı da bu darbeden nasibini almışlardı.
 
Fakat hiçbir zaman hürriyetimizi, gönlümüzün o sınır tanımayan aşkını kafese tıkamamışlardı.

Onun için, hürriyet, Kafes’in girişinde yazdığım gibi izafi bir kavramdır. Dışarıdakiler bizden hür değillerdi aslında.
 
“Sıhhatin önemini hasta olunca takdir ederiz. Hürriyetin önemini de hürriyetler elimizden alınınca. Fakat hürriyet, her an değişen, hep yeni kalan bir meseledir.

Dünya bir kafestir ruhlar için. Doğum ile ölüm arası hayat, mahpusluğumuzdur. Şu kafeste bile ne hürriyetler var vazgeçemeyeceğimiz.”

12 Eylül’deki hürriyetimizi arıyoruz bir anlamda bugünkü mahpusluğumuzda.

Kafes filmi biraz da bize bu hürriyeti verdi. Üzerine ölü toprağı serpilmiş nesiller kendilerini buldular.

Namık Kemal hürriyet ve vatan kavramlarının ikisini birden eserlerinde en mümeyyiz vasfı ile irdelemişti. Vatan ve hürriyet niçin o kadar birbirini çağrıştırırdı ki…

Neden…

Çünkü insan en hür olduğu yeri vatanı telakki eder.

İsterse o vatanın zindanlarında ömür tüketsin…

Evet, vatan bütün hürriyetlerin bizim için inşa edildiği kavramsal kültür coğrafyasıdır aslında.

Vatanseverlik bu yüzden en büyük özgürlük mücadelesinin de mihveri olmak durumundadır.

Vatanseverler hürriyeti gasp edenler olamaz.

Hürriyeti kafesleyenler vatanın bekçileri değillerdir.

Vatanın düşmanıdırlar…

Yer kalmadı bugün. Oysa derdim eski sevgiliye nazire yapmak idi.

Tarıma. Tarım ve doğal hayata…

Düzce Üniversitesi’ndeki açılış sohbetimiz üstüne yarın görüşelim.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!