RUŞEN ÇAKIR bence bir eksper…
“İslamcı” eksperi…
Arabulucu…
Cemaatlerin, tarikatlerin, İslâmî grupların, Milli Görüşün, Akıncıların, Ülkücülerin, Nurcuların, Süleymancıların ve daha ne kadar bir zamanlar sivil toplum olarak sükse yapmış dernek, grup, cemaat varsa onlar arasındaki anlaşmazlıkları çözümleyen, objektif gözle mütalaasını veren mercii idi o.
Danışılacak bir kişi, bir bilen, bir hakem. Ombudsman yani…
Bir ara ombudsman seçimi vardı ülkemizde…
Niçin orada Ruşen Çakır’ı ombudsman yapmadılar ki?..
Tam bir ombudsman bence…
Nereden mi biliyorum. Sadece Dergah Ocak kitabı üzerine değil… Bizzat şahit olduğum bir Kocatepe panelinden ötürü…
28 Şubat öncesinde idi ve farklı İslami gruplar zannedersem bir Kutlu Doğum Haftası’nda kürsüdeler…
“Biz mi haklıyız onlar mı?” faslından soru yağmuruna tuttular sevgili Ruşen Çakır’ı. O da “siz şöyle, onlar böyle” türünden kendi bakış açısından notlarını veriyordu. İslami grupları, cemaatleri, tarikatları puana tabi tutuyordu.
AK PARTİ AĞABEYLERİ NELER YAPABİLİR?
Şimdi yeni bir durum var ve Ruşen Çakır’a yine müracaat etmişler.
Öyle ya, Ak Parti kurucuları da bu yukarıda saydığım dernek, grup ve cemaatlerin her birinden insan devşirmiş ve öylece bir araya gelmiş ve fakat başta Milli Görüşçülerin mihverini teşkil ettiği bir öz yapılanmayı meydana getirmediler mi?
Elbette zamanla bu yapılanma evrildi çevrildi kendi mecraını buldu.
Başta Abdüllatif Şener ayrıldı. Kurucu dörtlünün bir köşesiydi. Sonra diğerleri…
En son Abdullah Gül ve Bülent Arınç meselesi patlak verdi.
Şimdi yenilikçiler ile gelenekçiler arasında yani gençler ile ağabeyler arasında bir problem var.
Problem pek derin gözüküyor.
Aslında mesele Tayyip Bey’de düğümlenen bir sır perdesi…
Yeni Başkanın yönetişimi tamamen kendine özgü yeni bir çerçeve ortaya çıkarıyor.
Ya da üzerindeki ipoteği kaldırmak istedi ve kaldırdı.
Eser başlangıçta öyle dördül ve/veya daha geniş bir kurucu iradenin olarak düşünülse de ondan da evvelinde karizma sadece Tayyip Bey’e ait değil miydi?
Böyle siyaset kuruculuklarında ortaya çıkanlar başlangıçta lider sultalarına karşı bir duruş sergilerler. Bir katılımcılık, bir sivil toplum söylemi filan… Eşitler arasında birinci, ya da arkadaş grubunun temsilcisi olarak ilk başlarda söylemler geliştirilse de sonunda bir lider temayüz eder ve giderek onun etrafında karizma örülür. Gerçekte itiraf edilmese de eşitler arasındaki birinci zaten hareketin temsilcisi sıfatının ötesinde doğal liderdir.
Tayyip Bey dolayısıyla kendi karizmasını bu arkadaşlarıyla paylaşmıştır. Hiç kimsenin onun iradesine ortak olmaya hakkı da yoktur hukuku da…
Ben hatırlıyorum; geniş sağ zeminde siyasetin mutfağını inşa ettiğimiz devrelerde “Tayyip Bey gibi kardeşlerimizin de önünü açmak için bu sivil toplumcu nazariyelerimizi desteklemelisiniz” diye faklı çevrelere tezler ileri sürüyorduk. Mağdur ve bir hareket içinde hakkı yenmiş bir adamdı o zamanlar…
İlginç değil mi?
Şimdi belki ona karşı, belki ondan arkadaşlık taleplerini dile getirerek vicdan muhasebesine itmek arzusunda olanlar, ya da ‘en yakınlar en uzaktadır’ teorime göre tam karşıt bir siyaset geliştirmek isteyenler, yeni bir oluşumun imkân ve kabiliyetlerini araştırıyorlar.
Ya da kamuoyu böyle bir hareket emelindedir, böyle bir harekete omuz vereceğine dair tahayyüller, tahminler bulunmaktadır.
Ombudsman Ruşen Çakır bu konuda bakın ne diyor:
“Bu kişilerin daha realist şeyler söyleyebilmeleri lâzım, şu ana kadar bu pek fazla çıkmış değil. Yenilikçi Hareket ilk ortaya çıktığında çalışma tarzında farklılık vardı. Yenilikçi Hareket, Milli Selâmet Partisi’nden gelen cami cemaatine seslenmenin kabuğunu kırma hareketiydi. Ne yapıyorlardı? Diskoteklerden, meyhanelerden sosyal adalet kavramı etrafında oy istiyorlardı. Önce Refah Partisi, ardından Fazilet Partisi kapatıldı. Yenilikçi Hareket şunu gördü, bu realist bir siyasi çizgi değil içeride sistem bize izin vermiyor. Dolayısıyla uluslararası sistemle dengelemeye yoluna gittiler. Reel politik ile tanışıp dillerini değiştirdiler, Batı eleştirisini bıraktılar, demokratikleşmeyi öne çıkardılar. Bu sayede iktidara geldiler, iktidarda kaldılar. Dolayısıyla Yenilikçi Hareket önce bir metodoloji olarak çıktı ama sonra siyasi vizyonunu şekillendirdi.”
“ÇÖZÜM SÜRECİ DEVAM ETMELİ DEMEK YETMEZ” diyen Ruşen kardeşimiz, “Sizce şu anda Arınç ve Çelik’in söyledikleri organize, vizyon sahibi bir hareket çıkıyor görüntüsü veriyor mu?” sorusuna şöyle cevap veriyor:
“Hayır, vermiyor. İsimler var şu anda. Şu ana kadar telaffuz edilen şeylerin büyük kısmı da tasfiye üzerinden yapıldı. Onun için konuşmaları lâzım, anlatmaları lâzım. Kürt Sorunu ve onunla bağlantılı Suriye konusunda ne dediklerini, IŞİD’e nasıl baktıklarını, ABD ile ilişkiler, demokratikleşme, temel hak ve özgürlükler meselesini bunlar konusunda konuşmaları lâzım.
Hüseyin Çelik, Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan mülakatında beş başlık üzerinden eleştiri getirdi: Kutuplaşma, Dış Politika, Kürt sorunu, Ekonomi ve Cemaat paranoyası. İtiraz noktalarını konuşmuş aslında.
Bunlar itirazlar, peki bu beş madde için ne öneriyorsun? En fazla diyecekleri “Bizim partinin programında bunu demiştik” ama onun ötesinde söylemesi lâzım. Yargı bağımsızlığı meselesi konusu var buralarda da bazı şeylerin söylenmesi lâzım.”
YENİ VİZYON ÜRETMEDE DARLIK BUHRANI
Vizyon konusunda tam bir darlık buhranı yaşayan bu çağdaş mütegallibenin ya da daha kibar bir ağızla abi takımının gerek Kürt sorununun çözümüne yönelik gerekse tam karşıtlığındaki milli birlik ve beraberlik söyleminde ve eylem planında tutarlı bir duruş ve yeni bir çözüm önerisi ortaya koyabilmeleri mümkün mü? Soruyorlar:
“Bülent Arınç da TV mülâkatında Kürt sorunu konusunda çözüm sürecine dönülmeli mesajını verdi. Yeni ve farklı bir şeyler söyleme çabası var gibi. Ne dersiniz?”
O da açıklıyor:
“Tabii iyi bir başlangıç noktası ama orada da “çözüm süreci devam etmelidir”in ötesine gitmesi lâzım, adını daha net koyması lâzım. Öcalan ne olacak? Çözüm sürecinin tıkanmasının nedeni, Suriye. Orada PYD, YPG var. Bunların varlığı üzerine bir şeyler söyleyebilmeleri lazım. Bunları söyleyebilirlerse bir inandırıcılıkları olabilir.”
Öyle ya Ak Parti’yi bir zamanlar çözüm süreci ve demokrasi talepleri noktasında libere eden iç ve dış mihraklar şimdi yeni bir eğilimi siyasi oluşumlarla paylaşmak istiyorlar:
O da PYD ve PKK ortaklığı çerçevesini tehdit unsuru olarak algılamayıp Suriye politikasının revizyonunda akılcı kullanmak… Bu Türkiye için yeni bir açılım olacaktır.
Doğru yeni bir açılım olacağına kuşku yok. Fakat bu yeni ABD, Rusya, İran ve Suriye dördülünde hangi babayiğit bölgede İkinci İsrail’in kurulması demek olan Kürdistan’ın kuruluşuna yeşil ışık yakabilir.
Cesareti olan varsa çıksın…
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı