ONU ÇOK ÖZLEDİM.
Onu, Ömer Lütfi Mete’yi, Muhsin Yazıcıoğlu’nu…
Abdurrahim Karakoç aramızdan ayrılalı bir yıl oldu.
Karakoç’u 70’li yıllarda Devlet dergisindeki Poligon köşesinden takip ederdim. Sonra dergi çıkarmaya başladığımız yıllarda mektuplaştık. Şiirlerinden bazılarını yayınladık. Sonra arakesit oldu. Düdük çaldı.
Mamak zindanlarından çıkar çıkmaz gazete çıkardık. Günlük gazete: Millet. Orada ona köşe vermek istedim ama gazetenin ömrü vefa etmedi, kapandı. İki buçuk ay sürdü. HAYATIN İÇİNDEN adı altında kültür ve sanat sayfası yönetiyordum. Karakoç orada yazacaktı. Kısa yazı yanına gerdanlık gibi dörtlükler…
Olmadı.
Yıllar sonra 1987 yılında Yeni Düşünce gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğumda Devlet dergisindeki gibi Poligon adıyla ona köşe verdik. Daha önce Sincan’da mahalli gazetemiz Yeni Ufuk’taki denemeleri buna bir antrenman oldu.
Yeni Düşünce’deki ilk yazısı şuydu:
BAŞLARKEN*
“İyi mi oldu, kötü mü oldu? Şimdiden tahmin yürütmek zor..
Gönüllü-gönülsüz ben de Yeni Düşünce’li oldum.
"Yeni Düşünce"li dedimse, eski düşüncelerimi kenara atıp, yepyeni düşüncelerle karşınıza çıktım demek değildir.
Bundan böyle Allah kısmet ederse, her hafta Yeni Düşünce’de yazacağım.
Neler yazacağıma gelince:
Bir hafta Semra Hanım’ın kemençesini, bir hafta Erdal Bey’in ala sesini, bir hafta Cindoruk’un perendesini, bir hafta masonlar kümes’ini, bir başka hafta da kargaların leş yemesini yazarım olur-biter.
"Güzel yazmış" diyenler olacağı gibi, küpe binenler, öfkeden kıp-kızıl olanlar da bulunacak. Ben yine de bildiğimi, inandığımı yazacağım. Yazdıklarım kenarından, köşesinden makaslandığı gün yazmayı bırakacağım. Dilerim uzun menzilli, ince hesaplı korkak arkadaşlarım olmasın.
Köroğlu bir şiirinde :
Kuzum Ayvaz bir hesaba duralım
Evvelbahar dememize ne kaldı?
Karaçamın, boz ardıçın içinden
Gepir-güpür çıkmamıza ne kaldı?
Diye soruyor. Taş arkasında, çalı dibinde veya kuştüyü yataklarda pinekleme zamanı değil. Eli tutanların, dili dönenlerin gepir-güpür çıkacağı zamanı yaşamaktayız.
Karadut’ta Boz Omar’ın anası
Çıkar, yollarımı bağlar ne deyim?
Diyerek, savaşta kaybettiği arkadaşı için hayıflanan ve O’nun anasının sorusundan içi yanan Dadaloğlu gibi vefalı olmamız şarttır. Eğri Babamızdan doğru düşmanımızı makbul görmüyorsak, yola çıkmamız nafiledir.
Hakkı ve adaleti tesis etmek için sefere çıkanlara selam olsun.
İman duygusuyla örülmüş gönüllere, haya perdesiyle örtülmüş bedenlere selam olsun.
Selam olsun şahadet mertebesine erenlere.
Selam olsun helal süt emerek gelenlere.
SEVDAM VE BEN
Ey sevda!. Nerede kucaklaştık seninle?
Ne zaman dolduk, ne zaman taştık seninle?
Beklediğimiz sabahları göremeden
Bak! Bak işte… mezara yaklaştık seninle.”
Daha ilk yazısında mezara yaklaşmaktan bahseden Karakoç, aslında hayat dolu bir adamdı. Tabiatın içinde, onunla uyumlu, ona âşık ve mütemmim…
Hemen her şiirinde tabiattan mutlaka bir parça vardır. O dağların şairidir, suyun şairidir. Pınar, yağmur, kar, kaynak, ırmak, çay, dere, çağlayan, sel, derya, deniz, su, sular, okyanus, daha neler şiirine farklı mazmun ve konular olarak girer.
Aslında o Ankara’ya benim ısrarla çağırmalarım sonucu gelmese bile yine köyünde bütün dünyaya yani global köye yayın yapmaya, kendi medyasını oluşturmaya devam edecekti.
Aşk şiirleri, dava şiirleri, memleket ve tasavvuf şiirleri olan şairin asıl vasfı dağların ve suyun şairi olmakla birlikte bana göre en mühim tarafı haberci oluşudur.
O bir habercidir. Tek kişilik medyadır. Köyden haber veriri, köye haber verir. Şehre haber verir.
Şehirden haber verir. Vatandan vatandaştan…
Onun şiirlerinin başlıkları bile nasıl haberci olduğunu anlatmaya yeter de artar bile… Köyden Haber, Vatandaş Mektupları, Hasan’a Mektuplar, Ara Haber, Toplu Havadisler, Hava Durumu, Tarihten Bir Yaprak daha neler neler…
**
O fakir fukaranın, garip gurebanın, vatandaşın, köylünün halkın şairidir, sözcüsüdür. Ama onu zilletteyken de övmez; onu ancak bir davaya sahip olursa yükseleceği kanatine eriştirmeye çalışır.
Hasan’a Mektuplar’da şöyle der Hasan’a:
“Öl, insan ölünce küçülmez Hasan!”
Politikacının sömürdüğü köylüyü vatandaşı dava sahibi yapar. Ama dışsal bir etki olarak değil! Kendi de onunladır, köydedir ve fakat birlikte bir dava inşa edeceklerdir. Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinin Cela köyünde(şimdi Ekinözü ilçesi) hem bir medya oluşturur, hem de bir dava…
Davasız medya değil… Öyle bir dava ki Jurgen Habermas’ın İletişimsel Eylem Kuramı’nın birebir karşılığı olan söylem ve eylem planını meydana getiren bir arka-plan MÜCADELE İÇİNDE, okuyucusu ile birlikte örgülenir.
Bir davanın Ankara’dan ve oradaki yöneticilerinden daha fazla sorumluluk ve estetize edilmiş söylem iradesini oluşturur.
Hak Yol İslam Yazacağız, Vur Emri, Bir Güzel Ülküdür Gönül Verdiğim, Çağrı, Bize Göre, Ültimatom, Türkistan ve daha niceleri kaynak kişi ve alıcı, Karakoç ve gönüldeşleri arasında iletişimsel bir edebiyatın kurulmasına yol açar ve bir davanın normatif eylem kuramı tebellür eder.
· 19 HAZİRAN 1987 YENİ DÜŞÜNCE/POLİGON
**
Geniş bilgi için yeni çıkan kitabım Şairin Haberci Olarak Portresi’nden yararlanılabilir. Lütfü Şehsuvaroğlu, Abdurrahim Karakoç Şairin Haberci Olarak Portresi, HASRET KİTABEVİ Genç Arkadaş yayınları, Ankara 2012