Fakat zamanını hiç de beklemeden görebildiğimiz bir gerçek var ki, Suriye Devleti’nin yıkılması, Türkiye için büyük tehlike oluşturacaktır. Çünkü, Suriye’nin toprak bütünlüğü yok edildikten sonra sıra er veya geç Türkiye’ye gelecektir. Zamanında Sayın Necmettin Erbakan’ın da dediği gibi “Siz meseleyi Suriye mi sanıyorsunuz? Suriye’yi istemelerinin tek bir nedeni vardır. O da Türkiye’yi işgal etmek için zemin hazırlamaktır. Eğer bir gün mesele Suriye olursa bilin ki hedef Türkiye’dir.” Bu bağlamda Erdoğan tarafından, Terörist HTŞ’ye destek amaçlı yapılan son açıklama, kanımca Türkiye’nin yararına değildir.
Suriye…
Öyle bir coğrafya ki, herkesin bir planı var!
Kimin eli kimin cebinde, hangi tilkinin kuyruğu hangi tilkiye dolanmış? Kim kiminle dost, kim kiminle düşman? At izi ne, it izi ne?
Her şeyin birbirine karıştığı, sisli, puslu, değerli ama aynı zamanda kanlı bir coğrafya…
İhanet içinde ihanetin ve tezgâh içinde tezgâhların memleketi…
Görünen o ki, bu günlerde Suriye, yine büyük bir tezgâha sahne oluyor!
Neredeyse etrafındaki bütün ülkelerle kavgalı olan İsrail; Gazze ve Lübnan’ın ardından, Golan Tepeleri bölgesinden Suriye’ye girerek genişlemeye karar verdiği için, kısa bir süre önce birliklerini Suriye sınırında konuşlandırmaya başlıyor!
Bunu gören Suriye de kuzeyden, doğu ve batıdan çekebileceği bütün askeri birlikleri çekerek İsrail sınırında bir direniş, bir sıklet merkezi oluşturuyor.
Karşısındaki yığınağın gücünü gören İsrail, bu şartlarda yapılacak bir askerî harekâtın kendisi açısından ciddi kayıplara neden olabileceğini hesaplıyor ve harekâtını kolaylaştıracak bir yöntem üzerinde Amerika ile anlaşıyor…
Çözüm; İsrail sınırında direniş için yığınaklanmış Suriye Ordusu’nu, kuzeyden başka bir cephe açarak ikiye bölüp karşısındaki cepheyi zayıflatmak olarak görülüyor.
İşte bu nedenle, bölgede yürütülen vekâlet savaşlarında kullanılan ve el altında tutulan terör örgütleri harekete geçiriliyor. Bunların bir kısmı yıllarca beslenmiş, eğitilmiş ve donatılmış örgütler; bir kısmı ise satılık örgütler… Yani doları, silahı ve mühimmatı kim verirse ona çalışan satılıklar.
Böylece Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm, yani Şam Kurtuluş Heyeti veya kısaca HTŞ harekete geçiriliyor.
HTŞ kim?
El-Nusra Cephesi, Ensaruddin Cephesi, Ceyşu’s-Sünne, Liva El-Hak ve Nureddin Zengi Hareketi gruplarının birleşerek kurduğu selefi bir terör örgütü! Üstelik Terörist El Kaide’nin Suriye temsilcisi.
İyi de eski adı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve yeni adı Suriye Milli Ordusu (SMO) olan, Türkiye’nin kurup, eğitip donattığı ve maaşlarını da yine Türkiye’nin ödediği bu SMO’nun Terörist HTŞ ile ne işi var?
Görülen odur ki, bölgedeki örgüt ve güçler “düşmanımın düşmanı dostumdur” fikriyatı ile hareket ediyorlar.
İşte bu yüzden, Suriye’nin kuzeyindeki bu hareketlenme ve karışıklığı, Türkiye de kendi çıkarına kullanma fırsatı olarak gördüğü için, SMO’ da Türkiye’nin talimatıyla, Tel Rıfat ve Halep’in ele geçirilmesinde HTŞ ile hareket etti.
Hemen sonrasında ise birbirleriyle de çatışmaya başladılar. Bu çatışma Türkiye’nin ABD ve İsrail’in planının tam olarak içinde olmayabileceğini gösteren önemli bir göstergedir.
Görülen odur ki HTŞ, ABD ve İsrail’den aldığı talimat gereği, PYD/PKK ile zorunda kalmadıkça çatışmaya girmemektedir. PYD/PKK ise SMO ile karşı karşıya kaldığı yerler dışında bir zarara uğramadan bölgedeki etkinliğini arttırmaya çalışmaktadır. Alınan haberlere göre Deyrizor’da yönetimi ele geçirmiş olması bunun somut bir sonucudur.
Yine görünen odur ki, İsrail karşısında kurduğu savunma cephesini zayıflatmak istemeyen Suriye, kuzeye birlik kaydırmamış ve bu nedenle kuzeyi boş bulan kukla, satılık ve başıbozuk örgüt ve gruplar İdlip, Halep ve Hama’yı kolayca ele geçirmişler ve Şam yolu üzerindeki Humus’a doğru ilerleyişlerini sürdürmektedirler.
İsrail Hava Kuvvetleri ise havadan verdiği destekle güneye ilerleyen HTŞ unsurlarının önünü açmaktadır.
Açıkça görülmektedir ki, bu bölgelerdeki Suriye birlikleri bölgeyi hiç savaşmadan kolayca HTŞ’ye bırakarak güneye doğru çekilmektedirler.
Özellikle HTŞ’nin girdiği yerlerdeki havalimanlarında geride bırakılan uçaklara ve diğer askeri teçhizata bakıyoruz birçoğu hurda vaziyettedir…
Bu sessizce yapılan geri çekilme için, Şam yönetiminden henüz kayda değer bir açıklama yapılmamıştır.
Fakat bu durum oldukça garip bir durumdur.
Bundan çok daha garip olanı ise, Rusya’nın tavrıdır.
Rusya’nın yüzyıllardır en büyük ideali nedir?
Sıcak denizlere inmek…
Rusya’nın küçük çaplı da olsa bunu gerçekleştirebildiği bir tek yer vardır orası da Suriye. Çünkü Rusya Suriye’de elde ettiği askeri üslerle sıcak denizlere inmeyi başarmıştır.
Bu küçük başarı Rusya için tarihi bir başlangıçtır ve önemi çok büyüktür. Bu nedenle Rusya, Ukrayna’da ne kadar sıkışmış olursa olsun Suriye’den ve Suriye’deki bu kazanımlarından asla vazgeçmeyecektir. Belki destek verdiği ve çalıştığı aktörü değiştirecektir ama Suriye’den vazgeçmeyecektir.
Fakat buna rağmen, çok cılız askeri hareketlerin dışında Rusya’dan da tık çıkmamaktadır.
Bu sessizlik Şam Yönetimi’nin sessizliğinden çok daha garip bir durumdur.
Öyleyse perde arkasındaki gerçekler ne olabilir?
Dahası, Suriye’deki tezgâh nedir?
At izinin it izine çoktan karıştığı bu sisli ve puslu coğrafyada, tezgâh içinde tezgâh, oyun içinde oyun her zaman olağan bir durumdur.
Mesela;
Tezgâh 1: ABD ve İsrail’in birlikte planladıkları tezgâhla Suriye ordusu ikiye bölünmeye zorlanarak İsrail’in cephedeki önü açılmaya çalışılıyor olabilir. Şam yönetimi iyice zayıfladığından ve Rusya da Ukrayna’da çok sıkışmış olduğundan burada aksiyon gösteremiyor olabilir. Muhalif Terör Örgütü HTŞ’nin kuzeyden güneye Humus’a kadar ilerlemiş olması ve diğer taraftan da Şam’ın güneyindeki Dera’nın düşmüş olması bu tezi güçlendirmektedir.
Bu durumda ABD ve İsrail için işler tıkırında olup, önümüzdeki günlerde İsrail’in Suriye’nin kuzeyine doğru genişlemesini, kuzeyde ise farklı farklı kantonlar kurulmasını, Şam yönetimin tamamen devrilmesini ve Suriye’nin bölüşülmesini bekleyebiliriz.
Tezgâh 2: Suriye iç savaşının başından beri, bu muhalif gruplar sürekli olarak Şam Yönetiminin başını ağrıtmakta, rejimi tehdit etmeye devam etmektedir.
Bu gruplar var ve güçlü oldukları sürece, Şam Yönetimi’ne ve onun en büyük destekçisi olan Rusya’ya rahat yoktur.
Yani bu muhalifler konusunun, bir daha tehdit oluşturamayacak şekilde halledilerek kapatılması, Şam Yönetimi ve Rusya için hayati bir durumdur.
ABD ve İsrail’in niyetini gören Suriye ve Rusya; bu muhaliflerin önünü açarak ve direnç göstermeden güneye çekilerek bu muhalifleri bölgedeki halktan ve diğer unsurlardan ayırt ederek toplu bir şekilde kanalize ederek, önceden belirlediği bir ölüm bölgesine çekiyor olabilir.
Düşünün ki “çok hızlı ve kolayca ilerleyen bir taarruz, tuzağa düşmekte olduğunuzun habercisidir” ve bu çok iyi bilinen bir harp doktrinidir. Büyük tezgahların başarısı ise çok doğal görünmelerine ve son ana kadar çok iyi gizlenebilmelerine bağlıdır.
Eğer ki tezgâh buysa önümüzdeki günlerde, yuvalandıkları yerlerden sökülerek ve bir araya getirilerek güvenli bölgelerinin çok uzağında bir ölüm bölgesine çekilmiş olan muhaliflerin, Rus güçleri ve Suriye ordusu tarafından büyük bir kıyıma uğratıldıklarına şahit olabileceğiz.
Mağrurlar mı, yoksa mağdurlar mı kazanacak?
Ne olacağını zaman gösterecek…
Üstelik her şey en fazla birkaç hafta içinde ortaya çıkmış olacak!
Fakat zamanını hiç de beklemeden görebildiğimiz bir gerçek var ki, Suriye Devleti’nin yıkılması, Türkiye için büyük tehlike oluşturacaktır.
Çünkü, Suriye’nin toprak bütünlüğü yok edildikten sonra sıra er veya geç Türkiye’ye gelecektir. Zamanında Sayın Necmettin Erbakan‘ın da dediği gibi “Siz meseleyi Suriye mi sanıyorsunuz? Suriye’yi istemelerinin tek bir nedeni vardır. O da Türkiye’yi işgal etmek için zemin hazırlamaktır. Eğer bir gün mesele Suriye olursa bilin ki hedef Türkiye’dir.”
Bu bağlamda Erdoğan tarafından, Terörist HTŞ’ye destek amaçlı yapılan son açıklama, kanımca Türkiye’nin yararına değildir.
Fakat Türkiye, bu puslu havayı; güvenlik koridorunu tamamlamak ve PKK/PYD’ye azami zarar vermek için kullanabilir. Zaten böyle bir hareket, Türkiye açısından meşru bir durumdur.
Fakat, Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olmamak gerek. Demem o ki; ihtirasla, kinle, nefretle ve kişisel hesaplarla değil; akılla, yani Devlet Aklı ile hareket etmek gerek…
Ne diyelim?
Aklı olan göle, olmayan çöle!