Böyle bir soruyu neden soruyorum?
Çünkü İstanbul’un fethinin yıldönümündeyiz…
Alakası ne?
Anlatalım.
Bundan tam 567 yıl önce ceddimiz tarafından kutlu bir fetih gerçekleştirildi ve Konstantiniyye İstanbul oldu.
Bir gün Sevgili Peygamberimiz Muhammet Mustafa, Hz. Ali’ye dönerek: “- Ey Ali, ey Ali, ey Ali!” diye seslendi. Hz. Ali de “- Anam babam sana feda olsun ya Resulallah buyurunuz” dedi. Bundan sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu. “- Sizler Rumlarla mutlaka çarpışırsınız ancak sizden sonra İslam’ın yüz akı bir ordu gelir ve Rumlarla işte asıl onlar çarpışır. Onlar öyle kimseler ve öyle bir kavimdir ki; Allah yolunda cihat etmekten ne bir kınayanın kınaması ve ne de dedikodusundan hiç korkmazlar. İşte onlar tesbih ve tekbir sesleri ile İstanbul’u fethederler...”
Yalnızca bu kadar mı?
Hayır.
Bakın daha neler söylüyor Sevgilili Peygamberimiz:
“Konstantiniyye (İstanbul) mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne ulu bir komutan, onun askerleri ise ah, ne iyi askerlerdir.”
“İstanbul’u fetheden zatın adı da benimki gibi Muhammed / Mustafa olacaktır.” (Mehmet ismi Muhammed’in Türkçesidir ve bilindiği üzere Peygamber efendimizin diğer adı da Mustafa’dır.) (Hz. Muhammed)
Türk ve İslam tarihine baktığımızda yaygın bilinenin aksine İstanbul bir kez değil aslında iki kez fethedilmiştir.
Bilindiği üzere birinci fetih; 29 Mayıs 1453 tarihinde, Kainatın Efendisi’nin övgülerine ve Yüce Yaratıcı’nın sevgisine mazhar olan Büyük Türk Komutanı Fatih Sultan Mehmet ve onun emrindeki kutlu Türk Ordusu tarafından gerçekleştirilmiştir.
Fakat ne yazık ki sonradan 13 Kasım 1918 tarihinde işgal edilmiş ve fiilen elimizden çıkmıştır.
İkinci ve son fetih ise; 06 Ekim 1923 tarihinde Mustafa Kemal (Mustafa Peygamber Efendimizin ikinci ismidir.) ve onun komutasındaki kutlu Türk Ordusu tarafından gerçekleştirilmiştir.
Yani Peygamber Efendimizin birinci ismine sahip Mehmet Han ve ordusu birinci fethi, yine Peygamber Efendimizin ikinci ismine sahip Mustafa Kemal ve ordusu da ikinci fethi gerçekleştirmişlerdir.
İki fetih arasında tam 469 yıl vardır.
Ve bu 469 sayısını oluşturan rakamların toplamı: 4+6+9=19’dur.
Yüce kitabımız Kuranda ise “O’nun üzerinde 19 vardır.” (Müddessir Suresi, 30’nu ayet) buyurulmaktadır.
Aslına Kuran-Kerim ve 19 rakamı ile ilgili ilginç saptamalar öyle çoktur ki, bu yazının konusunu aşar. Merak ediyorsanız Bkz.: Hasip Sarıgöz, Hepsi Tesadüf mü?, Yeniyüzyıl Yayınları, S. 219, 220)
Yalnız biz, Mustafa Kemal ile ilgili ilginç saptamalara biraz değinelim, değinelim ki işin ilginçliği ve özelliği daha iyi anlaşılsın.
Atatürk’ün hayatına baktığımızda ise 9 ve 19 rakamlarının Atamızın hayatına tam anlamıyla bir damga vurmuş olduğunu görüyoruz.
Örneğin Atatürk´ün doğum yılı olan 1881 rakamı, “9” rakamı ile birçok ilişkiler göstermektedir.
1+8=9
8+1=9
18=2×9
81=9×9
18+81=99
19×99=1881
–Atatürk´ün harp okuluna girdiği tarih: 1899
-Vatanı kurtarmak için Samsun´a ayak bastı: 19.05.1919
–Bandırma vapurunda yolcu sayısı 19´dur.
-İttihat ve Terakki´nin yıllık toplantısına Trablusgarp delegesi
olarak katıldı: 22.09.1909
-Sivas kongresinde Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesini kurdu: 04.09.1919
–Erzurum Mebus adaylığını kabul etti: 19.10.1919
-TBMM tarafından kendisine gazi unvanı verildi ve Mareşalliğe terfi ettirildi: 19.09.1921
-Atatürk 19.yüzyılın bitmesine 19 yıl kala doğmuştur.
–Atatürk´ün ilk askeri görevi, 19.Kolordu Komutanlığıdır.
–Mustafa Kemal Atatürk: 19 harften oluşmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk´ün nüfus cüzdanının numarası da 993814-B idi. Bu sayı dizisindeki 938 rakamı öldüğü yılı hatırlatmakta, geriye kalan 9 ve 14 rakamı da ölüm saatinin yakın bir benzeridir.
-Cenaze töreninde 19 notalı 19’uncu Şopen Marşı çalınmıştır.
–Cenaze namazı, 19 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayında kılınmıştır.
-”Ne mutlu Türküm diyene” =19 harf
-”İstikbal göklerdedir” =19 harf
(Atatürk ve 19 konusunda çok daha geniş bilgiye sahip olmak isteyenler için Bkz.: Cenk Koray, “Kuran İslam Atatürk ve 19 Mucizesi”, Altın Kitaplar. 1999)
Şimdi soru:
Bütün bunlar tesadüf müdür?
Eğer tesadüf değil de birer kader ise, hatta Kader-i İlahi ise, O zaman:
Hz. Muhammed’i sevmek onun sevdiklerini de sevmeyi gerektirmiyor mu?
Gerektiriyor tabi ki…
Ama şu gözler neler gördü ve şu kulaklar neler duydu?
SON BİR SORU DAHA:
Muhammet Mustafa’yı SEVMEK fakat, Muhammet Mustafa’nın Sevdiklerini YERMEK!!! Nasıl bir çelişkidir?
Dahası Mustafa’yı sevmek, ama Mustafa’nın sevdiği Mustafa’dan nefret etmek dindarlık mıdır?
Ne dindir ne de dindarlıktır. Açıkçası hizipçilik ve yobazlıktır.
Lamı cimi yok. Gerçek Müslüman iseniz, Mehmet Hanı’da Mustafa Kemal’i de seveceksiniz…