Sizin bildiğiniz GAP; Şu eski Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in “GAP’ı gaptırmam” diyerek siyaseten sahip çıkmaya çalıştığı “Güneydoğu Anadolu Projesi”dir.
Cumhuriyet tarihimizin en kapsamlı ve maliyetli projesi olan bu proje, bugüne kadar hazırlanan bölgesel kalkınma plan ve programları arasında en etkin olarak uygulananıdır. Fırat- Dicle Havzası’nda sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik tam 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralinin inşası ile 1,8 milyon hektar alanın sulanmasını hedefleyen dev proje.
Evet, hayata geçirilen çok faydalı bir proje… Ama bu millet bu proje yüzünden, neredeyse tam 50 yıl kıt kanaat geçinmek, araziden ot toplayarak yemek, çocuklarını üzerine salça sürülmüş kuru ekmeklerle beslemek, en adi araçlara binmek ve sürekli kemer sıkmak zorunda kalmıştır. Yani getirisi büyük olmakla birlikte bedeli de çok büyük olan bir projedir.
Sonunda bu çilekeş milletin, cefasını çekerek tamamladığı GAP Projesi’nin ekmeğini yiyeceği ve sefasını süreceği bir zamandayız. Lakin bakın görün ki neler oluyor?
Hükümetin millete zararlı ve yıllara sâri olarak kanunlaştırdığı yabancı iskân kanunu ve yabancılara toprak satışı kanunları nedeniyle; geliyor elin Arap’ı, İsrailli ’si veya Avrupalı’sı basıyor parayı ve GAP bölgesindeki topraklarımızı satın alıyor. Ne yazık ki, GAP’ta Türk Efendi olmak yerine, giderek kendi toprağının ırgatı ve marabası oluyor!
Evet, bizde ekmek kutsaldır. Fakat o kutsal olan ekmeği bize veren tek şey topraktır. Peki, nasıl oluyor da o toprak değersiz oluyor? Nasıl oluyor da haraç mezat yabancıya satılıyor?
Fakat aslında, benim size burada anlatacağım GAP, bu GAP değil.
Ben size, başka bir GAP’tan bahsedeceğim.
Öyleyse ne alakası var diyeceksiniz?
Sabırlı olursanız anlayacaksınız.
GAP…
“Güneydoğu Anadolu Projesi” gibi ülkenin sadece bir kısmını kapsayan “bölgesel”, yani dar kapsamlı bir proje değil.
Bir Devlet projesi veya siyasi partilerle bağlantılı siyasi bir yapılanma hiç değil.
Tam tersine, gücünü sadece milletten alan ve tamamen “Kuvayı Milliye” ruhuyla hareket edenlerin vatanseverlerin oluşturduğu siyaset üstü bir güç birliği.
Gücünü Anadolu’dan alan yerli ve milli bir platform.
Atatürk’ün “Mevzu bahis olan vatansa gerisi teferruattır” düsturunu şiar edinmiş cesur insanlar ve gemileri yakarak bu yola çıkmış serdengeçtilerin, yani bir bakıma “Çılgın Türkler “in birliği…
GAP…
Yani “GÜCÜMÜZ ANADOLU PLATFORMU”
2020 yılında “Gücümüz Antalya Platformu” olarak faaliyete başladılar.
Güçleri ve etki alanları Antalya ilini aşınca, 2023 yılında “Gücümüz Anadolu Platformu” olarak isim değiştirdiler.
Halen 5 il ve 11 ilçede örgütlenmiş durumdalar ve bütün Anadolu sathını kapsamak üzere, hızla örgütlenmeye devam ediyorlar.
Kapıları; Atatürk, Cumhuriyet, Türk Bayrağı, Türk dili ve Türklükle sorunu olmayan herkese açık.
Genel merkezleri, il ve ilçe merkezleri, çalışma ofisleri ve büroları var. Resmi web sitelerinin adı ise: http://gucumuzanadoluplatformu.com/
Peki, amaçları ne?
Biliyorsunuz; özellikle ülkemiz gibi, sivil toplumun güdük kaldığı ülkelerde, devlet görevlilerinin elinde bulunan kurumsal güç ve bu gücü destekleyen özel sermayenin elindeki maddi güç birleşerek ceberrut ve yıkıcı bir güce dönüşebiliyor! Şirazesinden çıkan ve hukuk dahi tanımayan bu sert güç; zaman zaman toplumun hiç de yararına olmayan birçok kararların ve birçok zararlı icraatın altına imza atabiliyor!
Mesela yukarıda verdiğim GAP (bölgesindeki toprakların satışı) örneği veya Hükümet tarafından son 15 yıldır izlenen göçmen politikası, böyle bir ceberrut gücün memlekete nasıl büyük zararlar verebileceğini gösteren en güzel örneklerdendir.
Fakat sivil toplum kuruluşlarının güçlü olduğu demokratik ülkelerde, böyle kararları ve topluma zararlı icraatları engelleyen bir güç daha vardır.
O etkili gücün adı yumuşak güç olarak da adlandırabileceğimiz “Duygusal Güç ”tür. Yani milletin sağduyulu gücüdür.
İşte Gücümüz Anadolu Platformu (GAP) da, insanlarımızın duygusal gücünü harekete geçirmek ve topluma fayda sağlayacak doğru projeler üretebilmek amacıyla kurulmuştur.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girmekte olduğumuz şu tarihi günlerde, ülkemizin geleceğine katkı sağlayacak faydalı projeler üretmeyi ve bu projeleri uygulayabilecek doğru stratejiler geliştirmeyi; bunu yaparken de üretici fikirleri olan sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte, ortak çalışmalar yapmayı amaçlıyorlar.
Özetle amaçları; siyasal ve sosyal hayatta ayrı bir güç unsuru olarak, demokratik devlete katkı sağlamak istiyorlar.
Bu faaliyetlerinin dışında, Türk kültürüyle ilgili kültür ve sanat etkinlikleri yapıyorlar ve bu konuda çok ilginç ve çarpıcı ilkelere de imza atıyorlar.
Mesela Nardugan Bayramı…
Nedir Nardugan?
Kadim Türk kültüründe aydınlığın karanlığa galip geldiği günün adıdır Nardugan. İşte o gün 21 Aralık günüdür ve Türk Yılbaşı’sıdır.
Gücümüz Anadolu Platformu, Nardugan Bayramı’nın isim hakkını da tescil ettirerek almak suretiyle, ilk Nardugan’ı 21 Aralık 2022 günü Antalya’da büyük bir katılımla ve büyük bir coşkuyla kutlamıştır.
Çoban ateşlerinin yakıldığı, şaman davullarının vurulduğu, Dombıraların çalındığı; şiirlerin okunduğu, şarkı, türkü ve Türk tarihine ait marşların büyük bir coşkuyla söylendiği; ateşe süt dökülerek, renkli yumurtaların tokuşturulduğu ve ayrıca çeşitli yöresel yemeklerin ve dahi kımız ikramlarının yapıldığı bu geceye: Antalya’da faaliyette bulunan Azerbaycan, Uygur, Kırgız, Kazak, Kırım, Kerkük Türkleri dernekleri, Yörük dernekleri ve vatandaşlarımız yoğun bir katılım sağlamışlardır.
Mesela en son ses yükselttikleri konu ise milletimizin kalbi ve zihni olan dilimizin yabancı dillerdeki tabelalarla kuşatılması ve asimile edilmesi konusudur. Yayınladıkları bir basın bildirisi ile “Türk dilinin; yabancı diler ve alfabeler yoluyla kuşatılmasına, yozlaştırılmasına ve asimile edilerek yok edilmesine hayır!” dediler.
Peki ya başka ne diyorlar?
Her ne şekil, yöntem ve adla olursa olsun, “İşgale Hayır!” diyorlar.
“Yabancıya mülk satışına hayır!” diyorlar.
“Türk vatanında Türk sürgününe hayır!” diyorlar.
Yabancılara Gayrimenkul satışlarında Cumhuriyetin kuruluş ayarlarına geri dönülmesini istiyorlar.
14/6/1934 tarih ve 2510 sayılı iskân kanunu geri istiyorlar.
“Türk vatandaşlığının işportaya çıkarılarak satışına dur!” diyorlar.
Mültecilere aynı “şeker dağıtılır gibi verilen Türk Kimliği ’ne hayır!” diyorlar.
“Türk demografik yapısını ve milli Devletin geleceğini hedef alan göçmen politikasına hayır!” diyorlar.
“Sessiz İstila’ya hayır!” diyorlar.
Türk vatanının Türksüzleştirilmesi veya Türk’ün kendi vatanında topraksızlaştırılması ihanetine karşı mücadele ediyorlar.
Çünkü topraksız Türk, hiçbir şeydir! Bizim namusumuz da bayrağımız da, bizim olan her şeyi onun üzerinde var ettiğimiz vatan toprağımızdır. Topraksız bir millet olmak, aynı Filistin gibi vatansız ve egemenliksiz bir halk olmaktır.
Bakın Kıbrıs sorununa, o soruna giden yol Türklerin Rumlara toprak satışıyla açılmıştır. Bakın İsrail’in kuruluşuna… İsrail’in kuruluşuna giden süreç de yabancıya toprak satışı ile başlamıştır. Hem de sadece tarım yapma bahanesi ile satın alınan ve sadece iki çiftlik kurulacak kadar olan iki toprak parçası ile… İsterseniz Kibbutz ve Moşav çiftliklerinin kuruluşunu ve sonrasını bir araştırıverin bakalım.
Filistin topraklarının kimisi açıktan, çoğunluğu ise hülle yoluyla satın alınmıştı. Öyle ki, Filistin’in en verimli arazileri, hepi topu 20 küsur Arap simsar eliyle alınmıştı. Aslında hiç kimse toprağını doğrudan bir Yahudi’ye satmamıştı. Onlar da bunu halka yatırım olarak anlatıyor, “siz merak etmeyin arazinizi Şeyh filan kişi alıyor” diyorlardı.
Topraksız kaldıkları acı gerçeğini anladıklarında ise, her şey çok geçti! Buna da “NAKBA” yani “BÜYÜK FELAKET” diyeceklerdi! Onlar topraklarını bile isteye yabancılara satmadıkları halde, NAKBA’yı yaşamaya devam ediyorlar! Oysa biz, bile isteye ve üstelik hükümet desteğiyle yabancılara mülk satıyoruz! Bu nedenle Türk Nakba’sı da çok yakındır!
Bu nedenle, acı gerçekleri görüp anlamanın ve tepki vermenin zamanı geldi de geçti bile.
Sınır ve sahil kentlerimizin birçoğunda, Türk artık azınlık ve yabancı konumunda!
Okullardaki sınıflarda Türk çocukları azınlıkta, yabancı öğrenciler Türk çocuklarını yabancı diye oyunlarına bile almıyorlar.
Antalya Konyaaltı’nda bir belediye otobüsünde, ülkemizde yerleşik bir Rus “Buraların sahibi siz değilsiniz, artık biziz. Biz değil, azınlık olan sizsiniz ve artık bizim kurallarımıza uyacaksınız” diyerek, ulu orta bağırabiliyor.
Sadece topraklarımız ve konutlarımız da değil, hülleyle bile olsa iş yerlerimiz de yabancıların eline geçiyor.
Bakın Antalya’da gayri mülk fiyatları ateş pahası, milyonlar havalarda uçuşuyor. 2+1’ler 10, 3+1’ler 14-15 milyon lira. Kiraları ise hiç sormayın! 1+1’lerin kiraları 7-8 bin liradan başlıyor, 2+1’ler ve 3+1’ler 10-17.000 lira arası, dubleksler 15-45 bin lira, hele ki denizi görenleri ne siz sorun ne de ben söyleyeyim.
Elin oğlunda para çok, basıyor ve alıyor! Tapu müdürlükleri tapu devirlerini yetiştiremediği için, birkaç gün sonrasına randevu veriyor!
İnsanlık da ölmüş durumda, din ve iman da… Hepsinin yerini para almış! Ev sahipleri Türk kiracılarını çıkarma derdinde, kiracı; ya ateş pahası olan kirayı ödeyecek, ya da bu diyarı terk edip gidecek!
Ya kırk katır ya kırk satır! Hayat pahalılığına dayanamayan ve ev kiralarını ödeyemeyen garibim Türk ne yapsın?
Gidiyor…
Önce Mazıdağı’na doğru, sonra da çorak Anadolu bozkırına… Sizin anlayacağınız, ülkesinin sınırlarını kanıyla çizmiş olan talihsiz Türk, parası pul evlatları kul edilmekte olan Türk; SÜRGÜN ediliyor!
Öyle toplu tüfekli bir sürgün değil, paranın en büyük silah olarak kullanıldığı modern ve acımasız bir sürgün!
Peki, şimdi buralarda hiç Türk yok mu?
Olmaz mı, var: Çaycı, çorbacı, camcı, çerçeveci, boyacı, badanacı, tamirci, temizlikçi ve çöpçü…
Ne yazık ki bu gelişmeler yalnızca Antalya ile de sınırlı değil. Edirne’de, Kırklareli’nde ev sahibi olup da kiracısı Türk olan birçok Yunanlı ve Bulgar var! İstanbul Başakşehir gibi yerlerde, Türkler azınlık durumuna düşmek üzere! Antep, Kilis, Şanlıurfa ve Hatay gibi şehirlerimizde Türk zaten azınlık durumunda. Hatay’ın Anavatan’a katılma hikâyesini biliyorsanız eğer, bu illerimizin elimizden çıkmak üzere olduğunu da iyi bilirsiniz!
Ne yazık ki Didim’de, su faturaları bile İngilizce dilinde basılmakta! Düşünün bir kere, Didim’in vergi rekortmeni bile bir İngiliz! Marmaris ve Fethiye gibi yerleşim birimlerimizde de vaziyet aynı. Trabzon’da bile yabancılara mülk satışlarının ciddi boyutlara ulaştığını görmemek için kör olmak lazım.
Alıyorlar…
Hem de en güzel yerlerimizi ve en cennet köşelerimizi alıyorlar!
Türk’ün mülkü de vatandaşlığı da kapış kapış gidiyor. Gidiyor ne kelime, adeta yağma ediliyor; Bulgar’ı alıyor, Almanı alıyor, İngiliz’i, Rus’u, Ukraynalısı, İranlısı, Iraklısı, Suriyelisi, Zimbabvelisi bile alıyor. Zengin olanları parayla alıp sahibi oluyor, fakir olanları ise kitleler halinde istila…
Sonuç ne?
Ekonomik yapımız bozuluyor!
Kültürel yapımız bozuluyor!
Siyasal yapımız bozuluyor!
Ahlak yapımız bozuluyor!
Çok eşlilik, fuhuş ve metres hayatı yaygınlaşıyor!
Boşanmalar çığ gibi artıyor!
Aile değerlerimiz ve Türk Töresi bozuluyor!
Çocuk işçiler ve dilencilik yaygınlaşıyor!
Etnik ve mezhepsel kutuplaşma artıyor!
Çarpık yapılaşma artıyor!
Hepsinden de önemlisi demografik yapımız bozuluyor!
Anadolu Türk’ü uzun zamandır, acımasız, amansız ve çok tehlikeli bir savaş türü ile karşı karşıyadır!
Bu savaş öyle topla tüfekle, kurşunla ve askerle yapılan bir savaş değil, fakat ondan çok daha etkili ve çok daha yıkıcı bir savaş türü…
Demografik Savaş!
Nedir bu Demografik Savaş?
Bir milletin başka bir milleti boyunduruk altına alıp kolayca yönetebilmesinin, sömürge haline getirip iliğine, kemiğine kadar sömürebilmesinin ve daha ötesi kendisine düşman olarak gördüğü milletin tarih sahnesinden silinebilmesinin yollarından biri, hatta en etkilisidir.
Demografik savaşın özü: Hedef alınan milletin içine büyük miktarda yabancı kültür ve etnik unsurların sokularak nüfus yapısının bozulması ve nüfuz alanının daraltılarak, öncelikle kendi yurdunda etkisiz bir azınlık hale getirilmesi ve sonraki safhada da kalan azınlığın (asimile edilerek, katliam yapılarak veya sürülerek) tamamen yok edilmesi, diğer bir tabirle zaman içinde dönüştürülmesi esasına dayanmaktadır.
Biraz uzun soluklu olmakla birlikte, sonucu en kesin ve en kalıcı olan savaş türü demografik savaştır.
Türk düşmanlarının milletimize karşı 1960’lardan beri kullanageldikleri demografik savaş kartlarının en önemlisi bölücü Kürt kartıydı. Fakat 2011 yılından itibaren bu karta çok önemli bir kart daha eklenmiştir!
Yalnızca Kürt kartıyla Türkiye’nin demografik yapısını bozamayacaklarını gören, bozsalar bile Türkiye’de etin tırnaktan artık ayrılmayacağını sezen emperyal düşmanlar; Anadolu’da huzuru bozmak için yeni bir karta daha ihtiyaç duydular.
Milletimize karşı yürüttükleri demografik savaşta buldukları çözüm ise, bölücü Kürtçülüğe destek olacak Araplaştırma kartıydı. Hızla devam eden bölücü Kürtçü nüfus artışına, bir de ülkeye sokulan Suriyeli sığınmacılar yoluyla Arap nüfusunu eklemek suretiyle, Türk’ü melezleştirme veya Araplaştırmayı hızlandırarak; Türk etnitisesini geri dönüşü olmayacak şekilde bozmak zayıflatmak ve bu topraklarda hâkim güç olmaktan çıkarmaktır!!!
Peki, yöntemleri neydi?
Çok uzun bir zamandır uygulanan eşeyli üreme stratejisi bu savaşın ana yöntemiydi.
İlave yöntemler olarak da bu savaş; toprakların ve gayrimenkullerin yabancılara satışı ve bunun bir sonucu olarak Türklerin Türkiye’de yabancılaştırılması, etnisite ve mezhepsel ayrıştırmalar ile diğer kimliklere alan açmak üzere, Türk kimliğinin değersizleştirilmesi gibi stratejilerle sürdürülmekteydi.
Fakat gelin görün ki ana yöntem olarak kullandıkları bu eşeyli üreme yöntemi çok zaman almaktaydı.
İşte bu nedenle, yıkım zamanını kısaltmak isteyen Türk düşmanları, nüfus dengesini çok daha hızlı değiştirecek, yeni ve çok tehlikeli bir yöntem daha eklediler.
Stratejik göç mühendisliği!
Artık demografik savaşın Türkiye üzerindeki ana silahı ve esas yöntemi stratejik göç mühendisliğidir.
Bu yöntem son 10 yıldır, diğer yöntemlere ilave olarak ve aralıksız bir şekilde ülkemiz üzerinde uygulanmaktadır.
Suriyelilerin veya Afganlıların birer muhacir kabul edilerek, bir ensar zihniyetiyle ülkeye alınmasını ve üstüne üstlük bir de vatandaşlık verilmesini isteyenler, bilerek veya bilmeyerek bu büyük ihanete çanak tutmakta ve hatta ortak olmaktadırlar!
Unutulmamalıdır ki, Mekke’den Medine’ye göç eden yaklaşık 180 kişilik muhacir kafilesinin, Medine’yi istila etmek gibi bir amacı veya gücü yoktu. Asıl amaçları ise, terk ettikleri Mekke’ye geri dönüp orayı fethetmekti.
Şimdi siz söyleyin, milyonlarca Suriyeliden kaç tanesi geri dönmek istemektedir?
Yani aslında, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
Amaçladıkları şey, öncelikli olarak; Atatürk’ün sağlam tutulmalı dediği İç Cephe’yi çökertmek ve sonrasında da en az bin yıllık yurdumuz olan Anadolu’ya çökmek, Türk’ün ise kökünü kazımaktır.
İşte Gücümüz Anadolu Platformu bu ve bunun gibi tehlikelere dikkat çekmek, mücadele etmek ve durdurmak için Toroslardan yakılmış bir çoban ateşidir.
Yapılan son seçimin ardından azgınlaşarak zalimleşmiş bir hükümet ve çok daha vahimi muhalefetsiz kalmış bir siyasi ortamda, yeni bir ses ve yeni bir nefes olmaya çalışıyorlar.
Her yönden çıkmaza girmiş olan ülkemizde, yeni bir rüzgâr estirmeye çalışıyorlar.
Eğer siz de bir Kuvayi Milliyeci ruhuna sahipseniz,
Eğer siz de bir Türk milliyetçisiyseniz,
Bir vatanseverseniz,
Eğer ki siz de; Türk vatanının satıldığını, Türk kimliğinin işportaya çıkarıldığını, her geçen gün Türkün Anadolu bozkırına sürüldüğünü ve memleket dâhilinde iktidara sahip olanların gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunduklarını düşünüyorsanız…
Filistinleşme tehlikesiyle karşı olduğumuzu anlıyor ve Hatay başta olmak üzere sınır illerimizin bozulan demografik yapıyla birlikte elimizden çıkabileceği acı gerçeğini idrak edebiliyorsanız…
Balkan Bozgunu’ndan daha beter bir TÜRK NAKBA’sı daha yaşanmasını istemiyorsanız…
Geldiğimiz son nokta itibariyle, Türk milletinin kul ve köle edilmekte olduğunu fark ediyor ve endişe ediyorsanız…
Gücümüz Anadolu Platformuna destek olun.
Üye olun.
İl başkanı olun.
İlçe başkanı olun.
Destek olun.
Yoldaş olun.
Gönüldaş olun.
Hadi!
Bir çoban ateşi de siz yakın.