Ortalık çalkalanıyor…
Ege ve Akdeniz’de tansiyon yükselmeye ve sular da iyice ısınmaya devam ediyor!
Bir taraftan savaş tamtamları çalarken, hem Türkiye hem de Yunanistan, askeri konum ve konuşlanmalarını güçlendirmeye çalışıyorlar.
Ege ve Akdeniz’deki sıcaklığın etkileri karada da görülmeye başladı. Mesela Türkiye, Barış Pınarı Harekât bölgesinden çektiği bazı zırhlı birlikleri, Edirne’de Türk Yunan sınırına konuşlandırdı. Bu da demek oluyor ki, Ege ve Akdeniz’de yaşanan kriz, artık Suriye’den daha ciddi ve daha tehlikeli!
Fakat bir yandan da, Akdeniz’deki ihtilaflı alanlarda araştırma yapan Oruç Reis Gemisi, bakım yapılacağı gerekçesi ile geri çekildi.
Aslında Ege ve Akdeniz ile ilgili şeyleri aynı daha önce 17 Ağustos 2020 tarihinde “Uyanın da Balığa Gidelim” başlığı ile yazmıştım.
Fakat yazımdan sonra gelen yorumlardan görüyorum ki, bazı önemli şeyleri; önemine binaen tekrar tekrar anlatmak gerekiyor. Anlatalım ki bütün taşlar yerlerine otursun ve her şey dosdoğru anlaşılsın.
Anlaşılsın ki, hadim ile hain ayırt edilsin. Anlaşılsın ki, millet kendi menfaatlerini korumak için, çok daha kararlı davranabilsin.
Günlerdir Türk televizyonlarında Ege, Akdeniz, Türkiye ve Yunanistan konuşuluyor…
Fakat görüyoruz ki; bırakın bazı gazetecileri, isminin önünde doktor veya profesör unvanı olan bazı şahsiyetler bile, (cahil olduklarını hiç sanmıyorum) ya kişisel çıkarlarını veya parti menfaatlerini milli menfaatlerin önünde tuttuklarından, ya da gaflet ve dalalet içinde olduklarından; yaşanan büyük skandalı küçültmeye, Yunan’ın işgal ettiği koca koca adaları birer kayacığa indirgemeye çalışıyorlar.
Daha önce söylemiştim, yine söylüyorum: Türk Devleti’ne Hükumet edenler yıllardır gözlerimizin içine baka baka, Mavi Vatan’ımızın savunması, korunması ve kollanması konusunda ne yazık ki, hepimize yalan söylüyorlar!
Gerçekleri bildikleri halde, Atatürk’e ve Cumhuriyete olan garazlarından dolayı, hala daha Ege’deki kaybedilen 12 Adalar’dan ötürü Atatürk’ü ve İsmet İnönü’yü sorumlu tutmaya devam ediyorlar.
Oysa bilirler ki, bu adalar 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı (Trablusgarp Harbi) sırasında İtalyanlar tarafından işgal edildi ve savaş sonunda 18 Ekim 1912 tarihinde İtalya Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan ve tarihte “1’inci Lozan Antlaşması” diye de bilinen “Uşi (Ouchy) Antlaşması” ile verildi.
Ve o tarihte ne Türkiye Cumhuriyeti vardı, ne de devletin başında Mustafa Kemal…
Bugün haksızca ve fütursuzca suçlanan Mustafa Kemal binbaşı rütbesi ile Trablusgarp çöllerinde, İsmet İnönü de Yemen çöllerindeydi.
Yine ilgilenenler bilirler ki, bu adalar 1943 yılına kadar İtalyan işgali altında, ondan sonra da 1945’e kadar da Alman işgali altında kalmış ve sonra, 1947 Paris Antlaşmasıyla kullanım hakkı resmen Yunanistan’a geçmiştir.
Yunanistan’ın Ege Adalarını veya 12 Ada’yı silahlandırması veya bu adalarda tahkimat yapması 1914 Londra (Büyükelçiler) Konferansı’na, 1923 Lozan Barış Antlaşması’na ve 1947 Paris Barış Antlaşması’na aykırıdır.
Yani bu adalar (12 Adalar) elimizden çıkmış olsa bile, küçük çaplı kolluk kuvveti dışında silahlandırılamaz, asker çıkarılamaz, mevzilenme ve tahkimat yapılamaz
Peki, ne oldu?
Neredeyse hepsi tankıyla ve topuyla silahlandırıldı, hepsine tabur tabur askerler çıkarıldı, namluları da gözümüze sokulur gibi Türkiye’ye çevrildi!
Sadece bu kadar mı?
Ne yazık ki, hayır!
Önceki yazımda detaylı olarak belirttiğim gibi bu 12 Adalar’ın dışında tam 18 adamız daha 2004 yılından itibaren Yunanistan tarafından peyderpey işgal edildi, onlara da asker çıkarıldı, silahlandırıldı ve yapılaşmaya geçildi.
Şimdi bazıları televizyon kanallarına çıkıyor ve işgal edilen adaları küçülterek ve küçümseyerek adacık, kayacık veya keçilerin dahi otlayamadığı kayalık olarak lanse ediyorlar ya…
Sakın ola ki, siz bu adaları küçük ve değersiz kaya parçalarından ibaret sanmayın. Çünkü kazın ayağı hiç de öyle değil. Mesela: İşgal edilen adalardan Hurşit Adası, İstanbul’daki Büyükada’nın beş misli büyüklüğünde. Yine Eşek Adası Büyükada’nın üç misli büyüklüğünde, Bulamaç Adası ise Büyükada ile aynı büyüklükte bir kara parçasıdır.
Şimdi gündemde Karaada var.
Neden?
Çünkü Yunanlı hiç çekinmeden, gözümüzün içine baka baka Karaada’ya asker çıkardı!
Ne zaman?
10 Eylül’de, yani sadece 5 gün önce!
Peki, bu ada nerede?
Bize çok mu uzak?
Hayır, Hani şu burnumuzun dibindeki Meis Adası var ya, işte onun hemen yanı başında ve Türkiye ana karasına olan uzaklığı da yalnızca 1,5 mil.
İyi de bu ada kimin?
Yunanlının mı ki, elini kolunu sallaya sallaya çıkıyor?
Hayır değil.
Çünkü: 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 6. ve 12. maddelerine göre “İşbu antlaşmada aksine bir hüküm bulunmadıkça Asya kıyısına 3 milden az uzaklıktaki adalar Türkiye egemenliğinde bulunacaktır” hükmü var.
Çok açık değil mi?
Öyleyse Türkiye’ye 3 mil uzaklıktaki bu adaların, işgali veya silahlandırılması Lozan’ı çiğnemek değil midir?
Çiğnemek ise nedir?
Onurlu bir devlet için savaş nedenidir!
“Mavi Vatan” Kavramının babası olan Cihat Yaycı ne diyor?
Emekli Tümamiral Cihat Yaycı da, 13 Ağustos 2020 tarihinde yaptığı bir açıklamada: Meis Adası’nın civarındaki ada ve adacıklarla ilgili olarak “Fener Adası ve Kara Ada Yunanistan’a ait değil” diyor.
Öyleyse Yunanistan’ı cesaretlendiren nedir?
Yunanistan’ı azgınlaştıran nedir?
Yunanistan’ı, Türk Devleti ve Türk Milletiyle dalga geçer hale getiren şey nedir?
Ben size söyleyeyim:
Yunanistan’ı cesaretlendiren şey, Kardak’tan beri Türkiye’yi yöneten siyasetçilerin cesaretsizliği, basiretsizliği, korkaklığı, gafleti, dalaleti ve hatta hıyanetidir!
Yunanistan’ı azgınlaştıran şey; Türk hükümet adamlarının, yaklaşık 20 yıldır, laftan başka hiçbir şey üretememiş olmalarıdır.
Yunanistan’ı densizliğe iten şey; Yunanistan’ın yıllardır abartarak sürdürdüğü şımarıklığa karşı hiçbir şekilde anlayacağı dilden ve adam akıllı bir cevap verilememiş olmasıdır.
Yunanistan’ı hukuksuzca davranmaya iten şey; Yunanistan’ın yaptığı her türlü, hırsızlığın, haksızlığın ve hukuksuzluğun daima yanına kar bırakılmış olmasıdır.
Yunan askerini bugün Karaada’ya çıkaran temel etken; vatanı yalnızca denizde gemi dolaştırarak koruyabileceklerini sanan Türk siyaset adamlarının, aynı “leyleğin ömrü laklakla geçermiş” atasözümüzde olduğu gibi; siyasi ömürlerini laklakla geçirmiş ve bütün peynir gemilerini lafla yürütmeye çalışmış olmasıdır.
Eğer biz, hala daha lafla peynir gemisi yürütmeye devam edersek ne olur?
Acımazlar!!!
Bırakın adaları, donumuza kadar alırlar!
Çünkü vatan, yalnızca denizde gemi dolaştırılarak korunmaz!