ÜÇ DERDİM/İZ VAR; BİR AYRILIK, BİR YOKSULLUK, BİR ÖLÜM!
"Karac’oğlan der ki kondum göçülmez,
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm…"
Karaman’daki kömür ocağında mahsur kalan on sekiz işçiden biri olan Tezcan Gökçe’nin yaşlı annesi: ‘Oğlum yüzme de bilmezdi ya, suyun içinde ne yaptı?’ diyordu.
Günlerdir kömür ocağının yanından bir an ayrılmayan diğer bir anne: ‘Gelmez yerlere gitti benim oğlum!’ diyerek artık yavaş yavaş tükenmekte olan umudunu haykırıyordu.
Ve yine o anda Gökçe’nin babası cevabını bilir iş gibi bir merakla sordu: "Gitti mi benim oğlan şimdi?.."
Ermenek, Diyarbakır ve Isparta/Yalvaç’dan peş peşe gelen acı haberlerle yüreklerimize öyle bir ateş düştü ki… Ortalık feryat, figan…
Yine ateşin düştüğü yuvalar, duman duman, kalpler güman… Kaza bile diyemeyeceğimiz felaketlerle ortaya çıkan insan manzaralarından önce, madenlerde yaşamaya çalışan insanları yoksulluk ve çaresizlik çoktan sessizliğe gömmüş… Yani o insanları önce yokluk öldürmüş. Sık sık sosyal devletin varlığından bahsedenlerin, bu insanların mağduriyetlerini ve sıkıntılarını seçimden seçime değil de, her an her durumda takip etmeleri gerekmez miydi halbuki?..
Bakan Çelik’in: “Ocağı kapatacağımız zaman işveren elli kişiyi devreye sokuyor.” diyerek itiraf ettiği durumla birlikte ortaya çıkan (ahbap çavuş ilişkileri) denetimsiz bu işleyiş; “patronlara” bol kazanç getirirken, işçiye ise sadece ölüm ve yokluk getirmiştir. Bunun adına ister vahşi kapitalizm deyin, ister sömürü düzeni deyin, ister kötü yönetim…
İnsanlarımızı böylesine bir yalnızlığa mahkûm edenler, bu manzara karşısında ne kadar utandılar bilmiyorum ama bakanı, vekili, patronu elbirliği ile bu felaketlerin faturasını ödemek için, hiç olmazsa şimdi o insanların yalnızlıklarını gidermek zorundadırlar.
***
EKMEK DE BİZDEN, YOL DA BİZDEN!
Kobani’ye karayoluyla giden Peşmerge gurubu topraklarımıza girer girmez, PKK bayrakları ve İmralı canisinin posterleriyle karşılandılar…
Biz, ikinci Habur rezaletini sindirmeye çalışırken, onlar bir güzel karınlarını doyurup, üstüne bir de topraklarımızda ihtiyaçlarını(!) gördüler… Bu da yetmedi, daha sonra yakıt ikmali yaparak “bütün bu harcamalarımızı bir zahmet siz ödeyiverin” dediler… Kısacası, ABD emir verdi; karşıladık, ağırladık, yedirdik, içirdik, yolumuzdan geçirdik ve bir de hesaplarını ödedik! (Evet biz ödedik, vergilerimizle, ödediğimiz trafik cezalarıyla ödedik!..)
Bütün bu fedakârlıklarımıza karşılık, “Peşmerge” bizden hiç memnun kalmadığını söylemiş. Neymiş efendim, ellerine su, sabun vermemişiz. Ee bu işin bir de dönüşü var değil mi? Merak etmesinler bu sefer onları, iyice yıkar, paklar bir de müsade ederse büyüklerimiz: Kefenleriz!..
***
YENİ TÜRKİYE’NİN “YENİ” SARAYI!
Ülke insanımın bunca yoksulluğuna ve kimsesizliğine karşılık, hamdolsun ki Atatürk Orman Çiftliği’nde ihtişamla yükselen bir sarayımız var. Biz yoksulluğumuzu, acılarımızı açık seçik yaşaya duralım, kaçak yapı olan ‘AK Saray’ın maliyeti ise saklı gizli artmaya devam ediyor.
Sayın Erdoğan için özel yapılan saraya, “AK SARAY” dediler ama bu iktidarın sık sık dillendirdiği “Yeni Türkiye” imajına pek de uymadı… Bu sebeple adının, AK değil, “Yeni Saray” olmasını öneriyoruz. Öyle ya Osmanlı’nın en yeni saraylıları, “Yeni Türkiye”nin yeni saltanat sahibi, Sayın Erdoğan oluyor…
Madem öyle, Karac’oğlandan ‘saraylılara’ gelsin bu da:
“Nice sultanları tahttan indirdi.
Nicelerin gelmez yola gönderdi.
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm..”