Ulvi Batu, makam ve menfaat yerine ilke ve millet peşinde koşan nadir insanlardan biriydi. Hayatı boyunca işkenceler görmesine ve zindanlardan çıkmasına rağmen duruşunu kaybetmemiş, Türk milliyetçiliğine omuz vererek ülkücü hareketin yeniden yapılanmasında öncülük etmiştir. Bu emeğini hiçbir zaman kişisel kazanca dönüştürmemiş, mevkilerin cazibesine kapılmamıştır. Sırları milletin vicdanına zarar vermemeli düşüncesiyle bildiklerini ifşa etmeyişi, ahlaki bir büyüklük olarak görülmüştür. Siyaseti bir makam aracı değil, bir istikamet meselesi olarak görmüş, istişareye büyük önem vermiştir. O, sadece bir yol gösterici değil, aynı zamanda bir akıl ve edep rehberi olmuştur. Ulvi Batu, ülküyü bir hayal değil, bir sorumluluk ve emanet olarak taşımış, kendi gölgesinde nice fidanın yetişmesine vesile olan bir Ülkü Deviydi. Sadakati, kişilere değil, bir fikre duyulan bağlılık olarak tanımlamış; ülkü, sarsılmaz bir dağ gibi yerinde dururken sadakatin o dağın gölgesinde kalabilmek olduğunu belirtmiştir. Ulvi Batu, davasına leke değil, iz bırakanlardan biri olarak anılmaktadır.
Bazı insanlar kalabalıklarda kaybolmazlar; aksine, kalabalıkları yönlendirirler. Sözlerinden çok, duruşlarıyla tanınırlar. Hayatları boyunca makamların değil, ilkelerin peşinden gider; menfaatin değil, milletin izini sürerler. Ulvi Batu da işte o nadir insanlardan biriydi.
Ebedi âleme göç eden Batu, geride sadece bir hayat hikâyesi değil, aynı zamanda bir ülkü mirası, bir şahsiyet dersi ve bir sadakat örneği bıraktı.
Yazdığı son metin, bir veda mektubu olmaktan öte; bir ömrün vicdan defteri gibiydi.
“Beni tanıyanlar bilir; birlikte yemek yediğim insanların arkasından konuşmam. Bu ilkemden yine de vazgeçmeyeceğim…” diyerek başladığı satırlarında, aslında bir yolculuğun sessiz muhasebesini yapıyordu.
İşkencelerden geçmişti. Zindanlardan çıkmıştı. Ama kırılmamıştı. Duruşunu kaybetmemişti.
12 Eylül sonrasında ülkücü hareketin yeniden yapılanmasında öncülük etmiş, Türk milliyetçiliğine omuz vermişti.
Bu emeği hiçbir zaman kazanca çevirmemiş, mevkilerin cazibesine kapılmamıştı…
Dili suskundu ama yüreği gür.
“Hırsızını, arsızını, ajanını bilirim…” diyerek çok şeyi görüp sustuğunu, bildiğini ama ifşa etmediğini ifade ediyordu. Çünkü onun nazarında sırlar; milletin vicdanına zarar vermemeliydi. İşte bu suskunluk; zayıflık değil, ahlâkî bir büyüklük idi.
Meşveretin ve sadakatin insanı Ulvi Batu için siyaset, bir ikbal aracı değil; bir istikamet meselesiydi. Meşvereti önemserdi.
Darbeden sonraki her teşebbüste fikir danışmadan, istişare etmeden adım atmazdı. Bu yönüyle sadece bir yol gösterici değil, bir akıl ve edep rehberi idi.
Bugünün karmaşasında ihtiyaç duyulan o vicdan sahibi, sessizce yük taşıyan, kendini değil ülküsünü öne çıkaran adam tipini en güzel hâliyle temsil etti.
Şimdi geride ne kaldı?
Geride, sadece bir isim değil; bir iz, bir örnek, bir dava ahlâkı kaldı.
Geride, “İyi ki tanıdık” diyen dostların duası, onun izinden yürüyenlerin dilsiz şükranı kaldı.
“Evet, önemsiz bir yazı. Dertleşmek istedim.” diyordu son satırında.
Oysa o yazı, dostlarının zihnine kazınacak kadar kıymetliydi.
Ulvi Batu; kırılmadan eğilen, dönmeden yürüyen, bedel ödemekten kaçmayan, kendi gölgesinde dinlenen nice fidanın yetişmesine vesile olmuş bir Ülkü Deviydi.
Onun için ülkü, bir hayal değil; bir sorumluluk, bir emanet, bir sınavdı.
Ulvi Batu, hiçbir zaman peşinden gittiği ülküyü başkalarına ispatlamak zorunda hissetmedi. Çünkü inanmak, onun için göstermekten önce gelirdi. Kendine verdiği sözden hiç dönmedi. Hayat ona zorla eğil diyordu, oysa o dimdik durdu. Çünkü ülkü, onun için bir yön değil; var oluşun ta kendisiydi.
Son Söz:
Sadakat, Ulvi Batu ve onun gibi duruşu olanlar için bir kişiye değil, bir fikre duyulan bağlılıktır. İnsanlar değişebilir, makamlar düşebilir, yollar ayrılabilir… Ama ülkü, sarsılmaz bir dağ gibi yerinde durur. Ve sadakat, o dağın gölgesinde kalabilmektir. Kimseyi yarı yolda bırakmamak, o yolun kendisine sadık kalmaktır.
Yol arkadaşlarını unutanlara da hatırlatalım; vefa duygusal bir bağlılık değil, ahlaki bir borçtur. Geçmişine sırt dönen, yarına omuz veremez.
Biz şahitlik ediyoruz:
Ulvi Batu, bu davaya leke değil, iz bırakanlardandı.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Yazınız icin tesekkur ederim.Mehmet Ulvi BATU vatanı icin yaşamış, vatanı icin dertlenmiş, dili susmuş ama kalbi hep Türk Milliyetciliginin geldiği noktada icinde bulunduğu yakışmayan tabloyla dertlenmiş, derdini kimseye anlatamamıştır.Musalla taşı, taş olalı en yiğit adamı ağırladı.Hayatta gòrdügüm en dürüst insandı. Türk örf adetlerine bağlı, Allah Aşkı olan, ülkesiyle dertlenip, milleti icin cefakarca mücadele eden , hiç bir paranın satın alamadıgı, onuru ve serefi icin yaşamış bir insandı. Simdi bize düsen onun bıraktıgı yerden görevi üstlenmek ve Türk Milliyetciliginin yeniden yüceltmektir.Emanetine sahip çıkıcaz.Allah seni cennetin en güzel yerinde ağırlasın güzel insan.