Sonuç olarak; Su, toprak, ağaç ve de iklim, hepsi bir zincir gibi birbirine bağlı. Orman yangınlarıyla birlikte sularımız da yanıyor. Bu zincirin bozulması demek Eko sistemin bozulması; iklim krizleri, kuraklık, kıtlık, su kaynaklarının ve havanın kirlenmesi dolayısıyla insan yaşamının zorlaşması hatta tehlikeye girmesi anlamına geliyor.
Rekor seviyelerde, görülmemiş aşırı sıcaklarla karşı karşıyayız.
Havanın da etkisiyle Türkiye’nin birçok bölgesinden yeni orman yangını haberleri geliyor.
Her orman yangınında, su havzaları yağmur suyu akışına ve erozyona karşı daha savunmasız hale geliyor. Topraktaki besin mevcudiyeti azalırken, ekosistem önemli ölçüde değişebiliyor.
Yaşamın bir su döngüsü üzerine doğal bir ritmi vardır.
Döngünün en büyük kaynağı ise ağaçlar ve bitkilerdir.
Yanan orman demek, bozulan su döngüsü ile yerel iklim koşullarının olumsuz etkilenmesi demektir.
Bu döngüde su, ağaçlar ve diğer bitkiler tarafından emilir ve ardından buharlaşarak tekrar havaya salınır. Bir ağaç her gün yaklaşık 950-1515 litre suyu tekrar havaya bırakır. Ormansızlaşma bu döngüyü ciddi şekilde bozar ve dünyanın %3’ünü oluşturan tatlı su kaynakları tehlikeye girer.
Bu nedenle ağaçlar, havadaki uygun nem seviyelerini korumak için çok önemlidir.
İklim krizine karşı mücadelede ormanların gücü…
Dünyanın en büyük karbon yutaklarından biri olarak ormanlarımızın, iklim krizinde rolleri tartışılmaz.
Çünkü orman bitki örtüsü yılda 7,6 milyar metrik ton karbondioksit emebilme gücüne sahiptir.
“Küresel ısınmayı ve iklim değişikliğini etkileyen faktörlerden biri de atmosferdeki karbondioksit seviyeleridir. Karbondioksit, ısı tutma özellikleriyle bilinen bir “sera” gazıdır. Hızla ısınan bir gezegende, insanların ürettiği aşırı karbondioksit seviyeleri, kelimenin tam anlamıyla ısıyı atmosfere hapseder ki, ağaçlar bu noktada devreye girerek, fotosentez adı verilen bir işlemle havadaki karbondioksiti emer. Karbonu odun olarak depolar ve oksijen moleküllerini serbest bırakır. Sera gazını havadan temizlerler. Bu nedenle ormanlar dev bir filtre görevi görür.”
Sonuç olarak; Su, toprak, ağaç ve de iklim, hepsi bir zincir gibi birbirine bağlı. Orman yangınlarıyla birlikte sularımız da yanıyor.
Bu zincirin bozulması demek Eko sistemin bozulması; iklim krizleri, kuraklık, kıtlık, su kaynaklarının ve havanın kirlenmesi dolayısıyla insan yaşamının zorlaşması hatta tehlikeye girmesi anlamına geliyor.
İklim değişikliği ile birlikte ele alındığında yağışların miktar ve şiddet olarak değişmekte olduğu bu dönemde, yanan orman bölgelerinin daha fazla ortaya çıkacağı, sel ve su kaynağı kıtlığı gibi birbirini tetikleyen felaketler yaşanacağı bilim adamları tarafından sık sık dile getiriliyor.
İlgililer, yılbaşından bu zamana kadar ülke genelinde 1022 orman yangınında yaklaşık 6 bin 900 hektarlık alanın zarar gördüğünü, bu alanın sadece 5 bin 800 hektarlık kısmının 10-18 Temmuz arasında olduğunu belirtiyor.
Doğanın kendini yenileme özelliği var ancak bozulan tüm ekosistem dengelerinin yeniden yerine gelmesi 20-30 yıllık süreyi bulabiliyor.
Orman ve su en önemli yaşam kaynağımız…
Doğayla uyumlu olmayan, doğanın ikazlarına kulak tıkamakta ısrar eden insanoğlu, yangınlarla, kirlettiği hava ve suyla, kendi yaşamını zora koşarken, çocuklarına bırakacakları güzel bir dünya hayallerini de sabote ediyor.
Bu kadar önemli konuda suskun kalınması, ormanları ve su kaynaklarını koruma ve de israfı engelleme üzerine ciddi çalışmaların yapılmaması, siyasetin ve Sivil Toplum Örgütlerinin duyarsızlığının göstergesidir… Vatandaş ise her zaman ki gibi başına geleceklere “kader” diyecektir.
“Kader diyemezsin sen kendin ettin.”