Ülkemizi acılar içinde bırakan bir terör olayıyla daha karşı karşıya kaldık… Yolcularına özlem içinde sarılmayı bekleyenlerin, cansız bedenlere sarıldıklarını, cenazeleri için hastane kapılarında sıra beklediklerini gördük.
Çok geçmeden de kamuoyunu aydınlatmak adına olsa gerek iktidar, beklenen o açıklamayı yaptı; “üstelik dış ilişkilerimizde, tam da normalleşme sürecindeydik… ”
Ülkemizi dış ilişkilerde omurgasız yapanlar, terörü sözde “siyasi başarılarına karşı yapılmış” bir eylem olarak tanımlayıp ifadelendirmek, tüm bu yaşananları hafife almak olsa gerek…
Filim seyreder gibi izlediğimiz bu acı olaylar silsilesi, Başbakan’ın ifade ettiği gibi, yalnızca ‘bir saldırıdan’ ibaret olamaz… Mesajı derin, alanı oldukça geniş, ciddi bir istihbarat organizasyonu ile yüz yüzeyiz. Güvenliksiz Türk devletine karşı, bazı yaptırımlar içeren gözdağı…
Olayın gerçekleştiği alan ve yapılış şekli akıllara Türkiye’nin uluslararası bir savaşın içinde olduğu düşüncesini getiriyor. Dolayısıyla bu noktadan sonra, terör eylemini gerçekleştirenlerin kimliği ve hangi örgüte ait olduğunun pek de önemi kalmıyor. Asıl bilinmesi gereken, terörün çıktığı ve varmaya çalıştığı nokta, teröristlerin dış bağlantıları; yani DEVLETİN karşı karşıya kaldığı asıl güç!
Devlet bu güce karşı siyaset üretmedikçe, istihbarat kurumunun sağlıklı çalışmasını sağlayamadıkça, günlük yaşamın dahi güvenliği ile ilgili sorunları gidermedikçe, terörün kılıcı siyasetin hep üzerinde olacaktır.
Kısacası, ülkemizin terör vitrininde yer alan PKK ve IŞİD’in, asker-sivil demeden insanımıza, dolayısıyla ülkemize verdiği zararları göz önüne alırsak, devletin güvenlik adına daha radikal çözümler ortaya koyması, istihbarat ağını çeşitlendirmesi, terörle mücadele alanını genişletmesi gerekmektedir. Bu alanın en önemli kısmında ise, insanımızın terör konusunda eğitilip bilinçlendirmesi konusu olmalıdır…
Ülkemiz toprakları içinde serpilip gelişen örgütlerin finans bağlantılarının kesilmesi, iç ve dış bağlantılarının ortaya çıkartılması, “din ve etnik kimlik” kullanılarak sağlanan katılımların (insan gücünün) önünün kesilmesi ise, bir o kadar önemli lakin iktidarın bir türlü başaramadığı ülke çıkmazlarımızdır. Bütün bu başarısızlıklara, can ve mal kaybına rağmen, millet, devletine olan güvenini ve inancını sağlam tutmaya çalışıyor. Her konuda olduğu gibi, terör konusunda son sözü “devletinin” söylemesini istiyor… Lakin, Türk Milletinin, son zamanlarda ülke yönetenlerine, dolayısıyla devletine karşı, ciddi bir güven kaybı yaşadığını, öfke biriktirdiğini, bunun da daha büyük sorunların ve çıkmazların hazırlayıcısı olduğunu hatırlatmak isterim.
Sonuç olarak…
Asıl sorun, dünyayı büyük bir ahlaksızlığın yönetmesi, iktidar heveslilerinin de bu ahlaksızlık sarmalına dahil olması… güce itaatkârlık hâd safhada…
Küresel gücün maalesef piyonu olanlar, terörün gündem değiştirme tuzağına düşmeleri sizce de normal değil mi?
Bundan sonrasın da ne mi olacak?
Rusya’nın çizdiği yol haritasıyla, Suriye politikamız şekillenecek, Esed’den çıkılıp, Esat’laşma sürecine geçilecek. Yani anlayacağınız eski dostluklar yeniden tazelenecek.. Kim bilir, belki yeniden Türkiye’nin en güzel ve saklı mavi koylarında birlikte tatil yapılacak.. Hiç şaşırmam zira, bizim usta siyasetçi uzun Cumhurbaşkanı’mız “beraber yürüdük biz yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurlarda” şarkısını bilirsiniz çok sever.
….
Nice zamandır, ülke gündeminde yer alan “MHP’de değişim süreci” ile ilgili yeni her hangi bir gelişme yok. Kurultay, mahkemeler arası restleşmelerle bilinmezliğini koruyor…
Ülkü’lerinin “ülkelerine umut” olacağı inancı ile mücadele eden ülkücüler diyorlar ki, “Büyük Türk Milletine ve hukuka güvenerek mücadelemize devam edeceğiz.,.”
Değişim olması için birliğimizi bozmadan, karşılaştığımız bütün haksızlıklara, inandığımız doğrularla, daha sağlam ve dik bir duruş göstereceğiz. Nihayetinde “MHP adına” son sözü, ülkücüler söyleyecek!!!
Allah inanların, inandığı yolda ilerlemek isteyenlerin yardımcısıdır…
