Zaman, su misali akıp gidiyor. Ömür geçiyor, ömür bitiyor. Zaman geçtikçe de, hesap günü yaklaşıyor. Her şeyden kaçan, her şeyden uzaklaşan biz insanlar, mutlak iradenin sahibine vereceğimiz hesap gününden nereye ve ne zamana kadar kaçabiliriz?
Cevap apaçık belli! Cevap kesin! Cevap net! Hayır… Ne bir adım öteye kaçabiliriz mahşer yerinden ne de bir saniye olsun geciktirebiliriz hesap ânını.
Peki, o halde, nedir bizim bu bitmek bilmeyen iki yüzlüğümüzün sebebi?
Nedir bu insanı, insana kırdırma, insanı ezip geçme hevesimiz.
Nedir bu, insan yüreğini buz kesen, maddi hesapların içinde nefse teslimiyetimiz?
Gerçekte neye güveniyor, kime sığınıyoruz?
Yelken aldığımız denizde, fırtına yokmuş gibi havanın gelip geçici güzelliğine, güneşin sıcaklığına mı güveniyoruz?
Yok, şayet denizde fırtına var da, bizler mi görmezden geliyoruz?
İnsan nerede, liman nerede?…
En hoş kelimeler nerede, en anlamlı mefhumlar nerede?…
Sevgi, hürmet, muhabbet, vefa nerede, insanlık nerede?…
Yeter mi? Yetmez…
Ülkü gülünün bahçesini yeşertmedikten, yiğitliğin, mertliğin, samimiyetin, merhamet giydirilmiş iyi yürekliliğin türkülerini yeniden çığırmadıktan sonra….
Ekmeğini bölüp, sevgiyi katık yapıp paylaşmadıktan sonra…
Cami safına katılmadıktan, aynı duaya âmin demedikten sonra…
Peşine takıldığımız ve dost dediğimiz insanları sorgulamadıktan, bütün alış verişleri para üzerinden yaptıktan sonra…
Kalpleri fethetmesini, gönül ehli olmasını bilmedikten sonra…
Dünyamızın gelecekte ki, en büyük probleminin, su ve soysuzluk olacağını bilmedikten sonra…
Asıl sevgiliye kavuşma heyecanını hissetmedikten, yüzümüzü ona dönmedikten sonra…
Vay halimize, vay insan kimliğimize…
******
Dünyadan memnun olmayanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Çünkü, dünyada gürültü çıkaranların, huzur bozanların sayısı artıyor. Dünyaya sözümüz olmalı, dolayısıyla insana, düzen, bereket, birlik, kardeşlik, barış, sağlık, dostluk adına.. Bir de emek, açlık tokluk adına…
Gecenin yıldızları sonsuzluğu andıran bütün ihtişamıyla gökyüzünü örttüğünde bilirsiniz herkes uykunun feyz’ine doğru yönelir. Kimi aç, kimi tok. Kimi sıcacık yataklarda, kimi yalınayak viran hâllerde. Aradaki farkın, farkındalığına varmak lazım çok geç olmadan. Zira arz var, arz’ın sahibi var, kayıt var, şaşmaz adalet ve nihayetinde ebedi mükâfat var. Geç kalmayanlara ne mutlu. Tekrar edelim, geç kalmayanlara ne mutlu!
…
Zamanla başlamıştık, yine zamanla bitirelim.
Önce yeniden tekrar edelim; zaman, su misali akıp geçiyor. Ömür geçiyor, ömür bitiyor. Esasında, hepimiz bir’iz, bir’in sonsuzluğunda hayat bulmuşuz hepimiz. O’ndan geldik, O’na döneceğiz. Mekanımız olan dünya bizim için anlıktır, belki bir çay içimlik, belki de uyku vaktinde düş görmekten ibaret.
Dünya adlı mekânda, birbirimizi üzmeyelim, birbirimize aşksız bakmayalım, birbirimize pişmanlık duyacağımız kötülükleri yapmayalım. Birilerinin hakkını yemeyelim. Çok mu zor? Dürüstlük, samimiyet, sevgi, hürmet ve muhabbet bize bu konuda yardımcı olacaktır. Bu yüce duygular, bize Asr-ı Saadet’ten emanettir. Emanetlere sahip çıkalım, bizler birbirimize emanetiz, birbirimize sahip çıkalım. Derin düşünelim, soylu olalım.
Akıbetimiz hayr’olsun. Asrımız hayr’olsun. Seçimler, emekler, beklentiler, ümitler hayr’olsun.
Ülkü yüreğimin ve özümün özetidir; "Seni seviyorum Türkiye’m, seni çok seviyorum”