Ulusal kimliklerin ve sosyo-kültürel hayatların küresel dinamikler tarafından belirlendiği günümüzde, sanatın ve sanatçının bu küresel güçlere inat, önce “milli” olmak gibi bir görevi olması gerektiği inancındayım.
Sanatçının kendi ilke ve doğrularını yaşadığı toplumla beraber belirlediği gerçeğinden yola çıkacak olursak; sanatçıyı tanımlarken, yaşadığı toplumdan soyutlamış bir halde başka bir resim içinde göstermek büyük bir hata olacaktır elbette.
Aynı sanatçının evrenselleşmesi için yine kendi toplumunda kabul görmesi, kendi milletiyle iyi bir iletişim halinde olması ve bütünleşmesi gerekir. (ki, ötesi ancak kimliksiz bir sanatçı profilini yansıtır) Bir sanatçıya, sırf kimliğinde “Türk vatandaşı” yazıyor diye, sahip çıkıp, bağrımıza basma ve de onunla gurur duyma gibi bir saflığımız olmamalıdır.
Ben bugün buradan, kendisini “İdealist, duygusal, sevgi dolu” olarak tanımlayan; hem yazarak hem de söyleyerek; ulaşabileceği her yerde olmaya çalışıp, ideali ve inandıklarıyla Türk dünyasına hizmet vermeye, ideolojisini de topluma benimsetmeye çalışan gerçek bir dava adamının ve sonuna kadar sahip çıkılması gerektiğine inandığım bir ‘sanatçı/nın’ tarifini yapacağım…
“Yazarak ve söyleyerek” Anadolu kokan iletişimi ile kitlelere kolayca ulaşabilen; sadece sahnede değil, sosyal hayat içinde de; mütevazı duruşu, bilgisi, Türk’e sevdası ve ülkesine olan inancı ile devleşen; bu yönü ile gerçek “Türk sanatçısı” kimliğini fazlasıyla hak eden, ender bir sanatçı portresi: Ahmet Şafak!..
Sayın Şafak, Türk geleneği ve değerlerini kendi kimliği ile pekiştirmiş, sosyal yaşam içinde hayatını bu prensipler ölçüsünde şekillendirmiş, bu yanı ile de Türk gençliğine rol model olma özelliğini fazlasıyla taşıyan bir sanatçı.
Aynı zamanda da, öyle siyaseten(!) değil, ciddi ciddi insanının dertlerini kendine “mesele” edinmiş, ‘memleket aşkıyla canını acıtmış’, ülkesinin geleceği için öngörüleri olan çok iyi bir kalem.
Aslında sanatçıyı büyüten, saygın ve özel kılan sanatında ki başarısı kadar, ortaya koyduğu inancı ve prensipleri değil midir?
Sadece sohbetlerimiz de değil, hakkında araştırma yaparken ve özellikle röportajlarını okurken gördüm ki, onun her sözü bir ders niteliğinde…
Ahmet Şafak şarkılarında, şiirlerinde, “Aşk ve vatan” hep yan yana, koyun koyuna…
Kendi yorumu ile dile getirirsek; “aşkın içinin boşaltılması ve de vatanın aşksız bir coğrafyaya çevrilmesi” dir onun asıl endişesi.
O, sadece şarkılarının, kitaplarının, yazılarının değil aynı zaman da “politikanın da sanatçısı”; İçinde yaşadığı toplumu iyi tanıyan; toplumsal gelişmenin tarihsel ve sosyolojik dinamiklerini bilen; ülkesinde ki ve dünyada ki gelişmeleri gözlemleyen; bütün bunların sentezini yaparak sonuçlar çıkaran; bununla yetinmeyerek, topluma biçim verecek, ufuk açacak öneriler de bulunan ki, toplumu değiştirmek ve dönüştürmek için gerekli olan temsil kabiliyeti yüksek olan iyi de bir “siyasetçi resmi” bence.
“Sanatımı büyük Türk medeniyetinin yoluna vakfettim. Konserlerimi bu çizgi çerçevesinde sürdürüyorum. Büyük Türk medeniyetinin sınırları misakı milli ile sınırlanamayacak kadar geniş. Ben medeniyet kavramını esas aldığım için siyasi sınırlarla değil kültür sınırları ile ilgileniyorum.”diyen Sayın Şafak bu yüzden olacak, Türk Cumhuriyetlerinde fazlasıyla sevilen kabul gören sanatçımız.
Şöhretten önce milli ve manevi değerleri koruyarak zenginleştirmeyi, toplumuna hizmeti prensip edinen sanat ve sanatçı tarifine uygun bir şekilde söylediklerimizin özetini ve özünü ortaya koyarak diyor ki,
“Sanat anlam yaratmaktır. Sanatçı şöhrete endeksli yaşadığında kendisini anlamsızlaştıran ve belli zaman sonra da bedenini esire dönüştüren bir zavallıya benzer. Sanatçı gerçek yaratıcının farkına vardığında ilham kapılarını daima açık tutar. Sanatçıyı büyüten şey idealizimidir. Sanatçı bir idealin ışığında yürüdüğünde kendi hapishanesi olan bedeninin, arzularının, nefs mabedinin dışına çıkar. Milli Sanat işte böyle bir ideali temsil eder.”
Ulukışla Ağıdı’nda da söylediği gibi; “Elbet vatan yiğidine muhtaçtır…”