Demokrasilerde halkın yönetime katılımı temel ilkedir. Bu katılım düşüncelerini ifade etme, oy kullanma, kamu politikalarını destekleme, denetleme ya da muhalefet etme şeklindedir.
Her ne kadar göz ardı edilse de Demokrasi, katılım kadar sorumlulukların da paylaşıldığı bir sistemdir. Siyasetin de, halkın da sorumluluklarını yerine getirmediği yerde demokrasi aksar, telafisi mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkar.
Çok yaşanmışlıklarımız var. Yürütemediğimiz süreçlerde demokrasiyi işletmek için, askeri göreve çağırmış, darbelere bayram yapmış bir milletiz biz. Ne yazık ki! Bir çok acı tecrübelere sahipken hala demokrasiye sahip çıkma konusunda millet ve devlet bilinci oluşturamadık.
Menderesten bu güne siyasilerin en fazla vaat ettikleri konu, özgürlüklerin kullanımı ve yoksulluğun sonlandırılması idi değil mi?
Siyaset sözünü tuttu ama kendi adına…
Bugün halkın refahından çok, son yirmi yılı ve siyasette zenginleşenleri konuşuyoruz. Varın bir de yirmi yıl öncesini ve aradakileri, cebini doldurmak için devletin bütün imkânlarını kullananları, halkın mağduriyetini fırsata çevirerek soyanları düşünün… Vah ülkem vah!
Kirli ilişkiler, ne parti, ne ideal ne inanç dinliyor. Hepsi de halkın gözünün içine baka baka çaldı, çalıyor.
Turgut Özal’ın “Benim memurum işini bilir” diyerek hırsızlığı sıradanlaştırdığı, “Anayasa’yı bir kere delmekle bişey olmaz” çıkışıyla oğlu Ahmet Özal’a ilk özel televizyonu kurma iznini verdiğini hatırlayın. O tarihlerde bir siyasi iktidar ailesiyle birlikte nasıl zenginleştiğini ilk kez açıkça ortaya koyuyordu.
Siyasilerin ekonomik güce ulaşma çabalarının temelinde, ülke yönetiminde daha fazla alana sahip olmak vardır. Daha büyük güç, daha fazla ekonomik fırsatlar demektir. Böylelikle ortaya yeni bir sistem çıkıyor; Kleptokrasi.
“Devlet aygıtını usulsüz zenginleşme ve hırsızlık yapmak için kullanan kimselerin ortaya koyduğu bu yönetim biçimine Kleptokrasi diyoruz.
Bu sistemde, yozlaşmış politikacılar ve bürokratlar; komisyonlar, rüşvetler ve özel ayrıcalıklar yoluyla, devlet fonlarını kendilerine ve ortaklarına yönlendirerek gizlice zenginleşiyor.”
Elbette hırsızlığın da bir bedeli var. Kleptokratlar soygundan elde ettiklerini yine siyasetleri için, aynı hesabın içinde olanlarla (muhalefet, iktidar fark etmez) paylaşır… Yani al gülüm, ver gülüm.
Nedense halka çeşitli vaatlerle, özellikle fukaralıkla mücadele sözü verenlerin sonradan partisizleştiğini ve siyasetin zenginler lobisini oluşturduğunu görüyoruz.
Kleptokrasi öyle bir sistem ki, siyasal faaliyetin tüm aktörleri önce kendi faydalarını düşünüyor. Derken siyasi partilerde de, iktidarda da zenginlerin yönetimi ortaya çıkıyor.
Sonuç olarak; Hızlı bir şekilde zenginleşen siyasilerin mutlaka yasa dışı alanlarla çıkar anlaşmaları bulunur. İşlenen bu suçlar ve kirli ilişkiler yargı tarafından cezalandırılamadıkça da, suçların boyutu artar.
Kleptokrasi’nin devrede olduğu ülkelerde, hukuk, temel hak ve özgürlükler ihlal edilir. Siyasi ahlak dibe vurur, kalkınma durur.
Adil paylaşım yerine yoksula yardım kampanyaları başlar. Siyasi partiler artık halkın yanında değil, üstünde bir güç olarak ayrıcalıklı insanların alanıdır.
Burada sorumluluk alacak olan hukuk ve halktır. Herkes gereğini yapmalıdır.