Bu çerçevede gün geçtikçe derinleşen anlam kaybı ve de kimlik yitimi gibi sorunlar karşısında çocuklarımıza ve yeni kuşaklara öncelikle sorgulayıcı bir zihniyete sahip olmaları konusunda eğitim vermemiz… sağlıklı bir kimlik ve kültürel aidiyet duygusu kazandırmamız gerekmektedir.
Kişi kendi özgün değerlerini başka türlü keşfedemez.
Bilinçsizce kabul edişler ve reddedişler bizi bir birey olmaktan çıkaracak, sürü de bir koyun yapacaktır.
Tek tipçiliğin ve şekilciliğin arttığı, özgünlüğün değer kaybettiği bir zamanda yaşıyoruz.
Şekilcilik her yaştan insanı etkisi altına almış durumda. Kıyafet, saç şekli, estetik operasyonlar, düşünceler, sosyal yaşam hatta yemek alışkanlıklarımız bile aynılaşmaya başladı.
Küreselleşme şekilcilerin işini kolaylaştırdı. Batı kültürü; davranış kalıpları ve yaşam biçimi, teknolojik araçlar (Televizyon, internet, cep telefonu vb.) vasıtasıyla, tüm dünyayla birlikte bizde de yerleşmiş durumda. Özellikle kendini değersiz hisseden kişilerin saygınlık ve kabul görme adına başkası olma çılgınlığı… Her alanda bir benzeşme furyası.
Bu da en çok geleneksel toplumların yapılarını, insan ilişkilerini, aile hayatımızı ve değerlerimizi değiştirmektedir.
İnsanlar bir değer yaratmanın, kişilik oluşturmanın çabasını göstermek yerine, içerikten yoksun düşünceleri, hazır kalıplaşmış yargıları, alışkanlıkları ve görünüşleri kendi yaşamlarına kurgulayarak kolay yolu seçiyor.
Dıştan gelen telkinlere iradesizce uyum sağlamaya çalışanlar… Özgün düşünceye, kimliğine ve anlamlı olmaya değer vermek yerine sözde modern düşünceleri, cinsel kimliksizliği ve de verilmiş kararları savunanlar… Kendi benliklerinde inandıklarını uygulayacak kudretleri olmadığı için, dini inanışlarını bile yaşamsal olarak değil de, biçimsel olarak ortaya koyanlar… Zamanla kendi olmaktan çıktıklarının farkında bile değiller.
Başkalarının oluşturduğu zihniyet ve de davranış kalıbını hiç sorgulamadan yaşamak köleliğin modern halidir.
Bu esaret daha çok küçük yaşlardan itibaren bizi içine alan bir döngü. Neyin iyi neyin kötü olduğunu idrak edemediğimiz yaşlarda karşımıza çıkıyor. Bu yargılar konusunda tepki verdiğimiz anlarda ise mahalle baskısı devreye giriyor. Burada hiç kuşkusuz ailede başlayarak almış olduğumuz eğitimden çok daha fazla etkili, çevre ve medya…
Evde, sokakta, arkadaşlık ortamlarında hep bizim gibi düşünen, standart insan tipini arıyoruz.
Şekilciliğin ve TEK TİPÇİLİĞİN en fazla görüldüğü alanlardan bir tanesi ise siyaset.
“İdeolojik olarak kendinizi tarif ettiğiniz yerin dışında kalanları, ne kadar iyi işler yapmış olurlarsa olsunlar çoğu zaman görmezden geliyor, dışlıyoruz. Çünkü onlar, bizim kendimizi tarif ettiğimiz anlayışın dışındadırlar ve onları beğenmeyi kendimizi reddetmek olarak algılıyoruz.” Çünkü içinde bulunduğumuz siyasi taraf nasıl olunması ve düşünülmesi gerektiği hususunda bize bir çerçeve çizmiş.
Oysa sorgulamak, iyi olanı savunmak, karşı tarafı anlamaya çalışmak son derece insani ve olması gerekendir.
Kendini bilmeyen başkasını ne bilir?
Bu çerçevede gün geçtikçe derinleşen anlam kaybı ve de kimlik yitimi gibi sorunlar karşısında çocuklarımıza ve yeni kuşaklara öncelikle sorgulayıcı bir zihniyete sahip olmaları konusunda eğitim vermemiz… sağlıklı bir kimlik ve kültürel aidiyet duygusu kazandırmamız gerekmektedir.
Kişi kendi özgün değerlerini başka türlü keşfedemez.
Bilinçsizce kabul edişler ve reddedişler bizi bir birey olmaktan çıkaracak, sürü de bir koyun yapacaktır.