8 Mart dünya kadınlar günü dolayısıyla “kadınıma” yine bir ses, yine bir nefes olurum çabasıyla yazmaya karar vermiştim ki, haftanın yedi günü evlere ütü ve temizliğe giden Nilgün Hanım’ın:
-“Nurcan Hanım kadınlarımızın sorunlarını, durumlarını yazıp çiziyorsunuz, işte ben, karşınızda canlı örnek, asıl beni yazsanıza” demesiyle, karşımda samimi duygularla “kendini” bana anlatmaya çalışan bir kadını, yazabileceklerim kadarıyla sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Nilgün daha evvel kaleme aldığım ‘Sibel’den pek de farklı değildi aslında. O içimizden biriydi; gözyaşları ve yorgun bedeni ile yaşadıkları ve de anlattıkları ile karşımda; siyah-beyaz; renksiz, bir o kadar da soluk,“yalnız ve çaresiz” bir kadın resmi. Eminim ki sizin de yanı başınız da, başka isimlerde “aynı resim”den birden çok ‘Nilgün ve Sibel’ler var!
Nilgün’ü dinlerken, “aile” çatımızın, ellerimizden nasıl yavaş yavaş kayıp gittiğini bir kez daha gördüm. Önce evlatların, sonra baba ve de en son olarak annenin, hayatın ağır yükünden ve sorunlardan kaçayım derken, aslında farkında olmadan ilk terk ettikleri şey, maalesef yaşadıkları ev ve dolayısıyla “aileleri”ydi.
Dışarıdan sağlam gözüken, bazen en büyük felaketlerin ve depremlerin bile yıkamadığı “o” çatıların, git gide, yavaş yavaş nasılda dökülüp dağıldığını içiniz acıyarak izliyorsunuz. Bu dağılmanın birçok nedeni var fakat en önemlisi ve tahribatı en fazla olanı hiç şüphesiz işsizliktir.
Evet, aynı ev içindeki “işsiz” bir koca veya evlat… İşte kadının en önemli sorunu da bu olsa gerek…
Nilgün eşinin işsizliğinden, “çocuklarının babalarından çikolata istediği zaman, o babanın para için kendisine bakmasını ve her sabah işe giderken kocasının cebine harçlık koymak durumunda kalmasını”, onu nasıl derinden yaraladığından bahsediyordu… Ki üzülmesinden öte de, ona acıdığını ve dolayısıyla ona olan saygısı ile güveninin de günden güne eridiğini söylüyordu.
-“Eşim sakat olsa ona bakarım. Üstelik her türlü hizmetini de sabırla yaparım. Fakat sapasağlam bir adamın yirmi dört saat evde oturması, bel fıtığı hastası bir kadın olarak benim, her gün çalışmak durumunda kalmam ve üstüne üstük tencere de ne pişecek, çocukların eksikleri neler, borçlarımızı nasıl kapatabilirim gibi durumları sürekli düşünmek ve yaşamak durumunda olmam tarifsiz bir acı… Üstelik bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi kendi sıkıntısını, söverek, döverek benden çıkaran bir erkekle olmak da çok zoruma gidiyor… Çok yalnızım, eşimden ayrılmanın ötesinde, ölümü bile düşünüyorum.” diyen bir kadının ortaya koydukları, çoğumuzun gündelik hayatın karmaşasında dikkatini dahi çekmiyor olabilir ama bilmem farkında mısınız, mutsuz “ailelerle” birlikte, sokaklardaki(!) kötülüklerin gittikçe arttığı bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Aile toplumun en küçük temel yapı taşıdır. Yani toplumun temelini aile oluşturur. Bir milletin geleceğine aileler katkıda bulunur. Bizim milletimizin de en önemli ve en sağlıklı yapısı aile müessesesiyken, toplumda ki birçok çarpıklıkların asıl sebebinin bu kurumun bozulması olduğu kanaatindeyim.
Kadın bitmişse aile biter; aile biterse de toplum olarak biz biteriz!..
Elbette ‘kadın’da bir insandır, haliyle onun da şefkati ve bütünleştirici yanı da bir yere kadar devam edebilir. “Beynim o kadar meşgul ve yorgun ki, bedenimi hissetmiyorum, bu yüzden de gecelerim zindan; eşimin her dokunuşu tecavüz(!)” diyen kadına nasıl duyarsız kalabilirsiniz…
“Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.” diyen ‘Tevfik Fikret’ geliyor aklıma….
Onları “aile sorumluluğunda” bu kadar yalnız bırakırsanız, “onların” bittiği ve tükendiği yerde bizim sosyal devlet anlayışımızın hiç mi yüzü kızarmayacak!
Kadın sorununu ortaya koyarken, çözümü içinde sesleniyor aslında.
Marifet üç çocuk değil, önce o çocuğa bakacak ebeveynlerin sağlıklı olarak bir çatı altında olabilmesi ve o çatının da sağlam olmasıdır.
İşsiz bir koca ile dört çocuğuna bakmak zorunda kalan Nilgün de dâhil birçok kadınımızın ortak dileği ve ‘başbakanımızdan’ isteği; “ne kömürdür, ne eşya, ne de para… İstenen şey hiç olmazsa üç çocuğu(!) olan ailelerin, işsiz fertlerinden en azından birine devletin iş imkânı sağlamasıdır.”
Hem bir kadın olarak, hem de ‘kadınımı’ iyi anladığımı düşünerek, olayın gidişatını tekrar tekrar dile getiriyor ve yetkilileri uyararak diyorum ki: Her ‘çok yalnızım’ diyen Nilgün’le beraber, bir “AİLE” çatımız daha yok oluyor. Eğer önlemini alamazsak çok yakında, mazisi dışında övünülebilecek hiçbir şeyi kalmayan, aciz bir topluluktan(!) başka bir şey olmayacağız…