“Nihayet, nihayet geceleyin çocuk, koynunda güneşle beraber uyur.” der şair…
Çocuklarımızın u/mutsuzluğu demek; adeta güneşin zamansız batışıdır ve ardındaki günlerde bizlere karanlık…
Farkında mısınız bilmiyorum biz, biz olmaktan artık çıktık… Biz, biz olmaktan çıkınca da bunu fırsat bilen şer fikirliler, zihinsel ve düşünsel kimliklerimize ‘her türlü şiddet ve ahlaksızlığı’ oya gibi nakış nakış işlemekte.
Öncelikle geçmişten geleceğe taşıyamayıp, kendi elimizle tahrip ettiğimiz bizi biz yapan gelenek, görenek ve değerlerimizi bir daha gözden geçirmeliyiz. Çocuklarımızın daha güven/ilir/li bir dünyada olmaları için, özellikle mahallelerimizin konumunu, komşuluk ilişkilerimizi ve paylaşımlarımızı bugünün şartlarına daha uygun nasıl iyileştiririz onun hesabını yapmalıyız hemen sonrasında… Bu konudaki tecrübelere kulak verip, yaşanmışlıklardan ders çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.
Konu çocuklarımız olunca nelerden vazgeçebileceğimizi, onlar için hangi fedakârlıkları yapabileceğimizi hepimiz biliyoruz. Lakin çocuk yetiştirirken bizim çabalarımızın yeterli olmadığını, aile ortamı ve eğitim derken, çevre faktörünün de ne kadar önemli olduğunu göz ardı etmememiz gerekiyor. Yani biz çocuklarımız ve onların yarınları için ne planlarsak planlayalım, diğer etkenleri bu planın içine de muhakkak dâhil etmek durumundayız. Dolayısıyla aile içi ilişkileri iyileştirmek kadar bu etkenleri de iyileştirmek ve çocuklarımızı öyle bir yaşamın içerisine katmak zorundayız.
Çocukluğumun anılarına döndüğüm zaman aklıma, annemin alışverişe giderken bizleri komşu teyzeye teslim etmesi geliyor hep. Ki sokakta oynuyorsak şayet, bizden yaşça büyük ağabey ya da ablalarımıza, “aman kızıma mukayyet olun” diye sıkı sıkı tembih ederdi. Bir çocuk akrabalarla, komşu teyze, amcalarla, ağabey ve ablalarla büyütülürdü. Sokaklar küçüldükçe ve çocukların en özgür oldukları oyun alanlarına gökdelen gibi evler yapılıp, yeşil alanlar, parklar, bahçeler işgal edildikçe çocuklarımız da evlere tıkıldı.
Komşuluklar hep kapı arkalarında kaldı… Büyük anne ve büyük babalar huzur evinin dört duvarına ya da evlerin görünmez köşelerine terk edildiler. Bütün bunlar çocuklarımız için çok büyük kayıptı, onları yalnızlaştırdığımızı farkına bile varamadık.
Çocuk büyütmek zor zanaat vesselam… Şimdi her yanımız yabancı(!), her yanımız güvensizlik dolu. Bırakın sokakları, çocuklarımız cam fanus(!) haline dönüştürdüğümüz evlerimizin içinde dahi güvende değiller. Biz evlerimizde tutsak olurken, sokakların karanlıktaki yeni hâkimleri uyuşturucuyla ve de pornoyla besleniyor.
Kars gibi güzide bir vilayetimizde ‘Mert’ çocuk, babasına yemek getirip, evine dönerken yabancı bir adamla yürüyor ve gözden kayboluyor… O gün orada Mert yalnızdı. Hâlbuki çocuk yalnız büyütülmezdi… Mert evladımızın ailesini yakan bu ateşin, her hangi birimizi tekrardan can evinden yakmaması; evlatlarımızın dünyanın bu en iğrenç, en aşağılık muamelesine maruz kalmaması için herkes üstüne düşen sorumluluğun bilinci ile tepkisini ortaya koymak mecburiyetindedir.
Sonuç olarak, lüzumlu, lüzumsuz her işin açılımını yapan idarecilerimizin yönettiği; sapıkların (bunu söylemekte bir beis görmüyorum) artık kadın, kız, bebek, erkek, çocuk ayırmadığı ülkemizde: “İki ‘T’ açılımı, Taciz(ci) ve Tecavüz(cü) Açılımı” istiyoruz. Erişkin bir kimsenin, çocuklara ve bebeklere cinsel eğilim duyması durumu olan “pedofili (sübyancılık)” için gereği mutlaka yapılmalı; (aynı suçu ikinci kez işleyenlere, kimyasal ilaçla yapılan ve kişi isteğini de gerekli kılan) “Hadım Yasasının" uygulanmasına geçilmelidir.
Cinsel idam ve intikam için değil; sadece adalet için!..