Aslında bugün ne kalemim, ne de yüreğim Soma’daki elim hadiseyi (bu tabir hissettiklerimin yanında zerre kalır) izah edecek durumda değildi. Öyle ya, devlet(!) olayla ilgili henüz son sözünü söylememiş, şehitlerimiz hala toprağın metrelerce altında kömürlerin üzerinde ve gökyüzü ile buluşturulamamışken söz söylemek mümkün müydü ki?
Soma halkı kederini yaşarken sesimizi çok yükseltmek ne kadar doğru olur bilmiyorum? Bu sebepten elimden geldiğince (yüreğimden değil) itidalli olmaya çalışıyorum. Fakat ben sakin olmaya çalıştıkça, başta Başbakan ve bazı yetkili ağızların açıklamalarındaki hoyrat tavırları ve cüretleri, daha fazla susmama da mani oluyor.
İşe maden ocaklarının durumundan değil, devlet kurumlarının işleyişinden ve devlet adamlarının basiretsizliğinden-beceriksizliğinden başlamak en doğrusu. Özelleştirildikten sonra, kapitalizmin pençesine itilmiş maden ocakları, canavarca hislerle kâr etmek için (Bknz. Devletin TKİ’sinin 130 dolara çıkarttığı madeni, biz 23,90 dolara çıkarıyoruz diye övünen maden sahiplerinin azgın kapitalist halleri.) her yolu denerken, devletin duyarsız, denetimsiz tavrını ve (alın tepe tepe kullanın, bize de bir şey sormayın) yaklaşımı elbette daha çok sorgulayacağız. İşin en başındakinin tavırlarını tekrar tekrar dillendireceğiz. Bu ne politize olmak, ne de siyasi çıkar peşinde koşmaktır. Bu bizim milletimize olan sorumluluğumuzun ve de hakkı söylemekle borçlu olduğumuz Allah(cc)’a olan kulluğumuz gereğidir. Kimse hayıflanmalarımıza ve acıyla parelenmemize siyaseten söylenmiş birkaç basit söylem diye bakmasın…
Buyurun işte devletin başı Sayın Erdoğan ne diyor: “Arkadaşlar yani biz bir defa bu tür ocaklarda, kömür ocaklarında bu olanları, lütfen buralarda bu olaylar hiç olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok.” Bu açıklama ne büyük garabet!.. Ki dünyanın hiçbir yerinde başbakanlar, insanın fıtratında ölüm var, hayatın kendisinde de ölüm var diyebilir ama bu mesleğin fıtratında ölüm var diyemez. Olayı bu kadar hafife alıp, kabahati kadere, ilahi adalete yüklemez.
Ve devam edelim: Dünyanın hiçbir yerinde bir yetkili kendi insanına “öldüler ama gaz zehirlenmesiyle hissetmeden, güzel öldüler” demez. Cenaze sayısı hakkında canları hiçe sayıp, rakamları yuvarlayarak bilgi vermez. Dünyanın hiçbir yetkilisi insan hayatına mal olan ve olabilecek sorunların çözümü adına, mecliste verilen soru önergesi için; ‘eften, püften gündemi tıkamak için önerge veriyorlar’ demez!
Bende Soma adına diyorum ki: “Kazalardan bahsederken yüzyıllar ötesine gidip başka başka ülkelerden örnekler veriyorsunuz lakin bu kazalardan sonra sorumlulara ne olduğundan neden hiç bahsetmiyorsunuz? Evet, doğru her mesleğin kendine özgü bazı riskleri vardır ama bizim dövündüğümüz nokta, ihmaller ve umursamazlık zincirinden kaynaklı yaşananların, olağandan bir durum gibi sunulması.
Başbakan bu çıkışlarıyla, insanının hayatını hiçe sayarken, devleti insansızlaştırmış ve de itibarsızlaştırmıştır. Ve Şeyh Edebali Hazretleri’nin: “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” düsturunu, kapitalizmin kirli çarkına ortak olup terk etmiştir.
Ey eli, yüzü kara; gönlü saf, alnı ak kardeşim, sen sakın tasalanma! Ey ‘çizmelerim ambulansı kirletir mi’ diye kaygılanan, ‘beni bırakın arkadaşımı çıkarın, onun karısı hamile’ diyen, ‘aşağıda mühendisler de var, ne olur yardım edin’ diye çığlık atan, kazadan yaralı çıkmasına rağmen ‘kredi borcum var, mecburen yeniden çalışacağım’ diye bizi mahcubiyetten kıpkırmızı eden kardeşim sen hiç tasalanma! ‘Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır’ bundan hiç şüphen olmasın…