Necip Türk milletinin yetiştirdiği devlet adamı, fikir adamı, MHP Eski Genel Başkanı ve ülkücü Türk gençliğinin efsanevi Başbuğ’u Alparslan Türkeş’in aramızdan ayrılışının 18. yılına gelmiş bulunuyoruz.
Hiç şüphesiz Başbuğ’u anlatmak bize düşen bir görev değildir. Ancak gönül dünyamızın en müstesna köşesinde yerini alan, ülkü ve dava adamı Başbuğ’umuza duyduğumuz sevgi, saygı ve bağlılık onun hakkındaki görüşlerimizi ve ona karşı beslediğimiz duygularımızı aktarmaya bizleri mecbur kılıyor.
"Kırılır da bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz, barkımız bizim.."
1963–1964 yılları Türk siyaseti açısından önemli bir dönemdir. Zira siyasetin kirlenmiş dünyasına tertemiz bir Alperen adını altın harflerle yazdırıyordu. Bu öyle bir isimdi ki adı gibi "Alp-Arslan", soyadı gibi de "Türk’e Eş" birisiydi.
Yiğitti, fedakârdı, erdemliydi, feraset sahibiydi.
Milletinden farksızdı; samimi Müslüman’dı ve inanmış bir Türk’tü.
Daha da önemlisi, mazi’nin parlaklığını yeniden ati’ye kazandıracak kadar bilge liderdi, bir o kadar da güçlü insandı. Attila gibi, Alparslan gibi, Fatih gibi, Mustafa Kemal gibi kahramandı.
Ve, Bilge bir Lider’di…
Bu açıdan değerlendirildiğinde, Alparslan Türkeş Türk Milliyetçiliğini siyasi platforma taşıması ile nitelik kazandırmakla kalmamış, parti programına da koyarak ilk kez resmiyet kazanmasına vesile olmuştur. Gazi Mustafa Kemal’in vefatıyla milliyetçiliğin önemsizleştirilme çabalarının artırıldığı bir dönemde Başbuğ; Türk Milliyetçiliğinin yeniden canlanmasına ön ayak olup, özellikle de yeni kuşaklara aktararak büyük bir hizmet etmiştir.
Çok yoğun bir şekilde baskıların ve zulümlerin arttığı dönemin Türkiye’sinde; emperyalist güçler, kapitalizm öncesi beyinleri zehirlemek için ortaya sundukları komünizmin özellikle gençler tarafında rağbet görmesi, Alparslan Türkeş’i yeni bir önlem almaya sevk etmiştir.
Evet, alınacak tedbir belliydi: Milli ruhun hâkim olacağı, milli düşünce ile bezenmiş ve her şeyin Türk için, Türk tarafından, Türk’e göre esasını benimseyen Türk gençliğinin yetiştirilmesi olacaktı. Başka bir ifadeyle İslam’ın ahlâk ve fazileti ile yoğrulmuş, Türklüğün gurur ve şuurunun en üst aşamasına ulaşarak; Türk milletini en kısa zamanda en kısa yoldan muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak Ülkücü gençliğin yetiştirilmesi olacaktı. Ve bunun için de, yüzde yüz milli bir teşkilata ihtiyaç vardı. O da: Başbuğ’un en büyük emaneti olan, gözü gibi baktığı ve koruduğu Ülkü Ocakları olacaktı.
Ülkü Ocakları’nın kurulmasıyla Türk milleti ve Türk gençliği yitirmiş olduğu öz güvenini yeniden kazanmış oldu. Yegâne kurtuluşun bizatihi kendi özüne dönmekle mümkün olacağını anladı. Kendisine yabancı, tarihine düşman ve değerleriyle çatışan zararlı akımların değil bir adım, bir karış dahi ileriye götüremeyeceğini kavramış oldu. Yunus’un sevgisini, Yavuz’un öfkesini öğrendi. Kür Şad’ın 40 çerisiyle birlikte gerçekleştirdiği baskında, Attila’nın Avrupa’yı titreten gücü karşısında kahramanlığını hatırladı.
Edibali’de nasihatin önemini, Osman bey de makamın bile yenemediği alçak gönüllülüğü buldu. İbn-i Haldun, İbn-i Sina, Fuzuli ve Mimar Sinan’da medeniyetin gerçek beşiğinin kendisi olduğunu anladı. Hz. Fatih’te hoşgörüyü, Dadaloğlu’nda, Köroğlu’nda baş eğmezliği, Seyit Onbaşı da imanı, Demircili Mehmet efede Kuvay-ı Milliye yi öğrendi. Enver paşa da at sırtında Turan coğrafyasında şehit olmayı, Mustafa Kemal’de dehalığı arzuladı.
Bu necip millet tüm bunları, Türk’ün ölümsüz Başbuğ’u Alparslan Türkeş’in kurduğu Ülkü Ocakları sayesinde öğrendi.
Dünyada hiçbir millet yoktur ki, kendi soydaşlarının içinde bulundukları durumla ilgilenmeyi aklına dahi getirmesin. Tarif edilemeyecek kadar zor koşullarda vatan kıldığımız bağımsız devletimiz de, öylesine şuursuz daha da ötesi hain idareciler türemişler ki; aynı dili konuştuğumuz, aynı dine iman ettiğimiz, aynı kültürden ve tarihten geldiğimiz, kısacası bir ve bütün olduğumuz soydaşlarımızla aramıza nifak tohumları ekilerek, bizi birbirimizden yani öz kardeşlerimizden koparmaya çalışmışlardır. İşte böylesine çarpık zihniyetlerin egemen olduğu ülkemizde bir bilge lider çıkıp bize; dünya Türklüğünden bahsetmiş: “Dertlerini dert edinin, kıvançlarına ortak olun.” diyerek yakınlaşmamızı sağlamıştır.
Ve artık O, dünya Türklüğünün Bilge lideri, Korkut Ata’sı ve ölümsüz Başbuğ’u olarak tarih sayfalarındaki yerini almış oldu.
Yaktığın meşaleyi söndürmeden yürüyeceğimize, emanetin olan Ülkü Ocakları’na ve MHP’ye her ne şart olursa olsun sahip çıkacağımıza, senin tabirinle en ücra köşelere kadar 9 Işık’ı yayacağımıza, yüksek vasıflı Türk olacağımıza ve ütopya gibi görünse de bir gün Turan Ordularını kurup, âleme yeniden nizam vereceğimize manevi huzurunda söz veriyoruz, can Başbuğ’um, cefakâr Başbuğ’um, Uluğ Başbuğ’um!..
Gök Girsin, Kızıl Çıksın!
Son olarak, çok sevdiğin Azerbaycan’dan, Kırım’dan, Kerkük’ten, Üsküp’ten, Doğu Türkistan’dan, Batı Trakya’dan, Kıbrıs’tan ve ayağa kaldırdığın Anadolu’dan hem kucaklar dolusu selamlar, hem de Fatihalar yolluyoruz. Senin fikirlerine sıkı sıkı sarıldıkça ve nasihatlerine bağlı kaldıkça, bir gün Tanrı Dağları’ndan, Ötüken’den kopuzlar eşliğinde Çırpınırdı Karadeniz’i söylediğimizde koskoca Türk coğrafyası hep birlikte eşlik ederek son mısrasını senin için okuyacaktır, ey Türk illerinin yiğit Başbuğ’u…
"Türk eşine Türk eşine
Kıyar mı hiç Türkeş’ine
Bütün dünya kurban olsun
Türk’ün Başbuğ’u TÜRKEŞ’ine.."
Bozkurtların soyluca ve şuurluca ayaktadır ve teyakkuzdadır!..