Vücudun belirli bir bölgesinde uzun zaman iyileş(tiril)meyen yaranın, zamanla bedenin direncini düşüreceği, bu devrede de dışarıdan gelecek başka mikroplarla savaşamayacağı için bünyenin ölüme (ya da ölüm kabul edilen durumlara) teslim olacağı bilinen bir gerçektir.
Ortadoğu, Cemil Meriç’in ifadesiyle ‘çok kaypak’ bir kavram gibi dursa da; tedavisi bir türlü yapıl(a)mayan yaraların mevcut olduğu kangrenleşmiş bölgenin tam da kendisidir aslında. Bu yaraların nasıl ve kimlerin eliyle açıldığı, tedavisi yerine daha büyük mikroplarla coğrafyanın nasıl felç edildiğini tarihten aldığımız referanslarla iyi biliyoruz. Özellikle bölgenin hassasiyetlerini çok iyi bilen, bu hassasiyetler üzerinden politikalar üreten İsrail ve onun hamisi ABD’nin yaptığı iş tam da budur. Yani bölgenin bedenini içten içe iyice yıprattıktan sonra, dışarıdan başka bir mikropla (bölge ülkelerinde) ölümü gerçekleştirmek.
Burada gerçek amaç o kadar güzel saklanıyor, taşeronlar o kadar güzel çalıştırılıyor ki; adım adım gidilen yolda, halkı yönetime karşı örgütlemek için sözde demokrasi getirmek söylemleri en geçerli bahane oluyor. Ve yine en çok kullanılan diğer yöntem; inanç(mezhepsel) ve etnik kimlikleri kullanarak ayrıştırıp, o bölge halkını karşı karşıya getirmek…
Yaratılan kargaşa ortamlarıyla birlikte çözülen bölge, zayıf ve savunmasız duruma düşünce akbabalar kendi projelerini uygulamaya koymuş durumda. BOP (ya da Arap Baharı) denilen ve ABD eliyle uygulamaya konulan bu projenin, aslında bir bakıma bölge hâkimiyeti kurma aşamasındaki İsrail’e, bugün ve de yarın hasımlık edebilecek, onun bu gayri insani ve gayri hukuki tavırlarına set olabilecek Müslüman ülkelerinin yeniden dizayn edilmesinden başka bir şey olmadığı görülmektedir.
Yeniden şekillenen Ortadoğu haritasında yaşananlara ve İsrail’in şımarıklığına bakacak olursanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Önce Irak’ta, sonra Libya’da, Suriye’de, Mısır’da yaşanan iç karışıklıklar ve katliamlar bu senaryonun bir parçasıdır. Emperyalizmin kalbinin tam ortasında bir hançer gibi durduğu Müslüman coğrafyası bu şekilde devam ettiği müddetçe daha da güçsüzleşecek ve Haçlı kuvvetlerinin rahatça dans edebileceği yeni bir harita daha ortaya çıkacaktır.
Ulus devlet olma yolunda bir geçmişi ve bilinci olmayan, bu sebepten de yönetimini ve hâkimiyetini sık sık küresel güçlerin eline kaptıran bu ülkelere, her türlü farklı kültürü ve ideolojiyi yerleştirmek hep mümkün olmuştur. Fakat şimdiki durum daha da vahim; ülkeler topraklarından, insanlarsa vatanlarından vazgeçme durumunda bırakılmışlardır. Aklıselim sayılabilecek Müslümanlar hala o bölge yaraları için iyileştirici ve birleştirici olarak din faktörünü işaret ede dursunlar, maalesef bunca yaşanılanlardan sonra, bu çözüm (mezhep adı altında) en ayrıştırıcı unsur haline gelmiştir… Biz biliyoruz ki bugün bölgeye yeni zikredilen mezhepsel savaşın tetikçisi; Türkmenlere ve bölge Müslümanlarına kan kusturan IŞİD’de, yıllar evvel Güneydoğu’muza sevk edilip o bölgeyi ayrıştırarak nifak tohumu eken/ekmeye devam eden PKK terör örgütüyle aynı, Siyonist ve emperyalist senaryonun bir parçasıdır.
Şu anda bölge ülkeleri gerçek İslami değerlerini kaybettikleri gibi, yıllardır iç savaşla perişan hale düşen siyasi ve askeri güçleriyle bırakın İsrail’in politikalarına karşı durabilmeyi, kendi içlerinde bile huzuru hiç bir türlü inşa edemeyecek durumdadırlar. Bu bağlamda 2003 senesinde BOP eş başkanı olduğunu ve Diyarbakır’ın da bu projede bir yıldız olacağını ve Arap Baharı estireceğini kaydeden ‘Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Erdoğan’, bugün bu yaşananların ortaklarıyla birlikte bir nevi sorumlusu sayılır.
Ve ne yazık ki iktidarımız, en az ABD ve İsrail kadar coğrafyanın hassasiyetini bildiği halde samimi olarak bölge halkından, Müslüman ve Türkmen’den yana tek bir hâkim politika ortaya koyamamış; yarın İslam’ın haritadan silinmesine kadar gidecek bu kalleş sürece dur diyebilecek bir önlem almamıştır.