Seçimler sonuçlandı, milletimize hayır olur inşallah. Kimisine göre beklenen sonuçla, kimisine göre bir sürprizle sonuçlandı. Bana soracak olursanız; Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kazanacağına inanıyor ve de en azından seçimlerin ikinci tura kalacağını düşünüyordum. Katılımın düşük olacağını tahmin etmiştim lakin bu seviyede olacağını, hatta darbe döneminden sonra tarihimizin en düşük katılımlı seçimi olacağını tahmin edememiştim. Ki sonucu belirleyen de zaten, seçimden önce de söylediğimiz gibi bu durum oldu.
Hal böyle olunca her seçimlerden sonra gündemi meşgul eden, başarısızlıkların cezalandırılması ve yahut hesaplar sorulması gibi bir durum ortaya çıktı. Köklü teşkilat yapısı ve onurlu doktrinel ilkelerin sahibi MHP’de böyle bir durumun işareti pek görülmese de, CHP’de sular çoktan ısındı ve kazan kaldırmalar başladı bile. Ben illa bir hesap sorulması, birilerine fatura kesilmesi gerekiyorsa şayet; bunun bu cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra değil de, önümüzdeki genel seçimlerin sonucuna göre yapılacak olmasını siyasi açıdan daha uygun, daha etik görmekteyim. Velhasılıkelam AKP, matematiksel hesaplara göre oyunu artırmış gözükmese dahi, cumhurbaşkanlığı seçimindeki zaferiyle, moral bozukluğu yarattığı muhalefet cephesinin toparlanmasına ve yeniden ivmelenmesine fırsat vermek istemeyecek ve de erken seçim yolunu arayacaktır. Yani aslında muhalefet partilerinin içerisindeki yüksek tondaki kıpırdanmalar ve çatlak sesler bu süreçte AKP’nin elini kolaylaştıracaktır.
Hiç şüphesiz ki Tayyip Erdoğan’ın asıl arzusu bugünkü haliyle sembolik sayılabilecek bir cumhurbaşkanlığı makamı değildir. Onun arzusu partisinin önümüzdeki genel seçimlerde 367 milletvekili sayısına ulaşarak, (ya da olmazsa 330 sayısına ulaşarak) anayasayı değiştirebilecek güce ulaşması ve böylelikle de başkanlık sisteminin önünü açmaktan başka bir şey değildir. Hesap budur ve planın ilk aşaması (yani cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak) gerçekleşmiş bulunmaktadır. Sıra daha zor olan fakat asıl gerekli olan merhalelerdedir. Ve bunun içinde muhakkak muhalefete var gücüyle saldıracaktır.
Şu anda karşımızda asimetrik psikolojik bir harp var. Milletimize artık bu Tayip Erdoğan’ı kimsenin mağlup edemeyeceği, ona mecbur olduğumuz ve dahi o olmasa birçok aksaklığın ve de krizlerin doğacağı algısı yerleştirilmektedir. Bu sebepten muhalefetin yapması gereken öncelikli iş bu algıyı yıkmak, Türk Milleti’ne kim olduğunu tarihi referanslarına dayanarak anlatmak olmalıdır.
Stratejik Boğulmaların Müsebbibi Ahmet Davutoğlu…
Komşularla sıfır sorun diye çıkılmıştı yola… Şık giyimi, tebessüm içerikli çehresi, akademik birikimi ve bildiği farklı lisanlarla (gerçi Tayyip Erdoğan bu sıfatları içeren kimselere aşağılayıcı bir üslupla ‘monşer’ deyiveriyor ama…) yeni bir vizyon olduğunu şırınga etmişlerdi zihinlerimize. Tüm bunlardan sonra sadece Türkiye’de değil, tüm Ortadoğu’da bugüne değin yaşananları zaten biliyorsunuz. Bir an bile akan Müslüman kanı durmadı bölgede. Ve maalesef de Türkiye kan akıtanlardan taraf pozisyonunda yer aldı…
Bunun en yakın ve en bariz göstergesi IŞİD örneğidir. Daha dün bu terör örgütünün üst düzey bir yöneticisinin kendi sınırlarımız dâhilinde, bombaların patladığı ve onlarca vatandaşımızı kaybettiğimiz Hatay-Reyhanlı’da dünya kamuoyuna yapmış olduğu açıklamalar var. Hem Türk hastanelerinde tedavi gördüklerini, hem de Türk hükümetinin lojistik destekte bulunduğunu deklare etti bütün dünyaya. Ne büyük bir rezalet değil mi?.. Fakat bundan daha vahimi, ülkemizin bu hale gelmesindeki öncelikli paya sahip olan liyakatsiz ve yeteneksiz birinin, ‘Yeni’! Türkiye’nin Başbakanı olacağı iddialarının kuvvetle muhtemel gerçekleşecek olmasıdır. İzleyip göreceğiz, memleketi daha nice fenalıklar bekliyor, hep birlikte göreceğiz…