Sapık, cani, katil gibi sıfatlamaların dahi yeterli gelmeyeceği şahıs, dört duvar(!) arasına girince nasıl olduysa birden bire, ya kader mahkûmu ya da daha da ötede ‘kin ve nefretlerini her daim canlı tutan bir kesimin umudu olarak, besiye çekilip büyütülerek barış elçisi’ ilan edilebiliyor… Bu noktada İmralı canisine yalın bir şekilde mahkûm demek, diğer bütün mahkûmlara topyekûn haksızlık etmek olur.
Literatür cezaevlerinin amacının; ‘suçluyu ailesinden ve sosyal hayatından uzaklaştırmak kaydıyla, suça meyilli kişinin hatasını düşünmesini sağlamak üzere çevresinden izole etmek, bir manada da yarınlar adına işleyebileceği suçlara mani olup, diğer insanlara zarar vermesini engellemektir’ der.
Türk’ün katilinin ise, ne kapısında kilit, ne de volta köşeleri var. Sosyal hayatı dâhil, hiçbir hayalinden eksik bırakılmıyor. Dışarıda ulaşamayacağı, beceremeyeceği işleri, bu şekilde gerçekleştiriyor. Maddi imkânlar tamamlanınca da geriye, katile manevi kimlikler ve itibar kazandırılma işi kalıyor. Ki bunlar da, her seferinde başka başka adlarla anılan açılımlarla, adım adım tamamlanıyor.
Şu da bir gerçek ki, katil ilk günden itibaren suçunu ve hatasını düşünemeyecek kadar özgür olur ve mahkûmiyet dahi onu hiç bir şeyden mahrum etmez ise, ona ne ceza çekiyor denilebilir, ne de hatasından dönmesi noktasında fayda edilebilir. Bu şekilde sözde mahpus edilen kişi, işlediği suçların bir cezası olmadığı algısına kapılır. Ki, bu kişinin bugün serbest bırakılması halinde, daha önce yaptığı işlerden daha fena, daha lanetli işler yapacağına emin olabilirsiniz.
Nereden nereye?..
Baş katile ‘barış elçisi’ adı altında kazandırılan itibara bakınca, sürecin nereden nereye geldiğini görebiliyorsunuz… Tabi Terörist başını, ‘katil’ kimliğinden barış elçiliğine taşımak, asıl amaçlanan hedefe ulaşılmak için de, demokrasi, barış, özgürlük vb. bazı kavramların içi boşaltıldı.
Bu senaryonun her aşaması bir başka amaca hizmet ediyor…
Terör örgütünün dağ ve şehir kadrolarına yapılan operasyonların kesilmesi, İmralı canisi ile başlatılan müzakerelerin sıklaşması ve Oslo’daki kirli pazarlık; PKK ve KCK’nın toparlanmasına, yeniden organize olmasına, şehirde ve dağda hiç sahip olmadığı bir moral, mevzilenme ve harbe-hazırlık pozisyonu elde etmesine neden oldu.
(O bölgede Tugay Komutanlığı yapmış ve bölgeyi iyi etüt edebilen Emekli Tümgeneral HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu Beyefendi, bir gün evvel ki açıklamasında bakınız ne diyor: "Girişler, mayıs ayından itibaren başlar ve son gruplar haziran sonuna kadar, yurtiçindeki kamp bölgelerinde tertiplenmeyi bitirmiş olurlar. Sonbaharda havaların soğumasıyla da yurtiçindeki grupların üçte biri Kuzey Irak kamplarına çekilir. Bu sıradan ve rutin işlem, geçen yıl millete, çözüm süreci için yapıyormuş gibi yutturuldu. PKK, Kuzey Irak kamplarındaki siyasi ve askeri hazırlıklarını tamamladı. Türkiye topraklarına giriş için havaların biraz daha ısınmasını bekliyor.)
İktidar ve süreci yönetenler(!), “süreci devam ettiriyoruz bakın kan durdu” dese de; PKK ve eşkıya başı, kan akıtmadığı her gün için: ‘Bak, dediklerimi yap, yoksa kan akar, seni iktidardan ederim.’ diye açık açık, alenen hükümete ve devlete meydan okumaya devam ediyor. Üstelik bu tehditler burnumuzun dibinden (PKK militanlarının Suriye’de eğitim kapları görüntüsü ile) ulusal basında alenen ilan edilmektedir.
Şimdi durumu özetleyelim:
PKK ile "görüşmem" ya da "diyalog kurmam” diyenler aslında, bir "müzakere" içine girmişler bile… Etkisiz hale getirilen terörist anonslarından sonra, süreçle gelinen nokta ya bakıyoruz ki, her konuda etkili hale getirilen bir bebek katili vardır.
Terör bitirildi diyerek kandıranlar, teröriste daha fazla yaşam alanı vererek ödüllendirmişlerdir. Milliyetçilik ayaklarımın altında diyenler, etnik kimliği, ulusal kimliğin önüne getirmişlerdir. Demokratik adımlar atıldı diyenler, meğer sadece belli bir kesime alan açmış, asker gücü kırılmış, karakollara kapatılmıştır.
Nihayetinde Türkiye, birtakım anormalliklerin önce normalleştirilip sonra da kabullendirildiği bir ülke haline getirildi. O ki, yakalandığı gün, “devlete her türlü hizmet etmeye hazırım” diyen bir katil, bugün aynı devleti yönlendirip, tehdit edebilmekte…
Şimdi milletimizin en çok merak ettiği şey ise; Sayın Erdoğan’ın, “AKP’yi 10 yıldır ayakta tutan benim” diyen İmralı canisinden, Cumhurbaşkanlığı makamı içinde destek isteyip istemediğidir. Onu da pek yakında hep beraber göreceğiz!..