Medeni olmaktan dem vuruyoruz ama insan ilişkilerinde yol yordamı unuttuk.
İnsanların diğer insanları rahatsız etmeden, uyum içinde yaşamaları için iyi tutum içeren saygı, terbiye ve nezaket gibi davranış biçimlerine yani görgü kurallarına, eski adıyla “adab-I muaşerete” nostalji gözüyle bakıyoruz.
Dolayısıyla utanma duygusunu da rafa kaldırılmış oluyoruz.
Halbuki Türkler İslamiyetten önce ve sonra bildikleri ve uyguladıkları görgü kurallarıyla bir kültür hazinesine sahiptirler.
Kültürümüzde hiçbir milletin bilmediği bir incelik ve iletişim kuralları vardır. Selam vermek adabın en güzelidir. Bizler selamlaşırken bile kulaktan çok gönül’e hitap eden bir milletiz…
Gözlerimize bakan kalbimizi görür… (Dîvânu lugati’t-Türk’de nezaket kavramı)
“Dertlerimiz paylaştıkça azalır sevinçlerimiz paylaştıkça çoğalır“ iletişim anlayışımızın gereğidir. Bu anlayışımız zaman içinde geleneğimiz olmuş en güzel görgü kurallarımızdandır.
Biçimsel olarak batıdan aldığımız görgü kurallarını bile inancımızla, gönlümüzden ve samimiyetimizden gelen ruhla zenginleştirmişiz.
“Pardon deyip geçmeyiz… özür dileriz, af dileriz, bağışla deriz ve helallik isteriz…”
Osmanlı imparatorluğunun son döneminde, cumhuriyetin ilk dönemlerinde adab-muaşeret kitapları yazılmış. Hatta bu kurallar ilk önce devlet güdümünde uygulanmaya çalışılmış. Tanzimat’tan sonra başlayan batılılaşma hareketi bile görgü kurallarında kendini göstermiş. Özellikle sosyal hayat, adabı muaşeret kitaplarına göre şekillenmiş; kılık kıyafetten, konuşma adabına, hatta sofrada yutacağınız lokmaya kadar.
20. Yüzyılın başlarında seçkin okullar için görgü kitapçıkları hazırlanmış. öğrencilerin hal ve hareketlerine hitap eden bu kitapçıklar öğrencilerin karnelerine de, “Tavr-u Hareket” hanesiyle girmiş.
O dönem öğrencilerin tutum ve davranışları eğitimde en önem verilen konulardan…
Saygı ve terbiye davranışları içeren kurallar sadece öğrencilerin değil, öğretmenlerin de vazifesi olmuş.
Anlayışa göre, bu kuralları yerine getirirseniz ancak eğitimli bir insan olabilirdiniz.
15 Haziran 1945’te toplum kurallarına uygun olmayan davranışlarla mücadele adı altında kurulan “saygısızlıkla savaş derneği” (kısa zamanda fes edilse de) kaba kuvvete gerek duymadan iletişim kurmaktan tutun, nasıl giyinmemiz gerektiğine, ses tonunuzu ve vücut dilinizi nasıl kontrol edeceğinize kadar güzel amaçlar ortaya koymuş. Galiba böyle bir derneğe bugün de ihtiyaç var.
Bugün ise edepli olmak lüks bir davranış biçimi olarak algılanmakta…
Yaşadığımız mekânlar, alışkanlıklarımız, muhabbetlerimiz, saygı anlayışımız, alışveriş şeklimiz, parayla olan ilişkilerimiz, düğünlerimiz, bayramlarımız hepsi ama hepsi değişmiş. Kurallar parayla şekil değiştiriyor.
Bu değişimden ortaya çıkan ise, kocaman bir görgüsüzlük….
Sonuç; Görgülü olmak sadece biçimsel bir şey değildir, içinde öze ilişkin bir çok insani vasfı taşır. Bu da kültürünüze, düşüncelerinize, ahlakınıza; selamdan başlayarak, nezaket, saygı, utanma ve empati kurmaya kadar yaşamınızın her alanına yansır.
Bugün bu kurallar yazılı olarak dillendirilmiyor olabilir ama toplumumuzun ince ayarlarında, atalarımızdan gelen en güzel miras olarak hala yaşamaktadır. Biz sahip çıkarsak, insanlığımızın gereğini de yapmış oluruz.