İstanbul Valisi Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarına katılacaklara, başbakanımızın “mürebbiye”(!) tarzını örnek almış olmalı ki, tehditkâr bir üslupla , “bir daha Taksim’i görmek” isteyenlerin nasıl davranması gerektiğini şöyle açıklıyordu.
“Taksim’de anıt çevresinde ve anıtta birtakım olumsuz ve bizleri rahatsız edecek görüntüler verildiği takdirde, bundan sonra açık söylüyorum, Taksim’de kutlama konusunda yeni bir karar alabilirim…..”
Bu tehdit meydanlarda toplanan işçilere yönelikti sanırsam. Sayın vali de biliyor ki, ideolojik bazı hesapların kullanım alanı olarak süregelen 1 Mayıs, ister bayram desinler, ister seyran eylesinler hiçbir zaman emeğin ve alın terinin hak arama alanı olamamıştır.
İşçimi güle oynaya meydanlarda toplayanlar, dün bir ideolojiye hizmet olarak kullandıkları “1 Mayıs” alanlarının şimdilerde, ülkelerin sınırlarını kaldırarak tek elden yönetme sevdasında olan art niyetlilerin dünyayı,“tekliğe” örgütleme ve de aynılaştırma amacına hizmet için var edildiği gerçeğini göz ardı etmekte. …Ağızlara çalınan bir kaşık (Taksim) balı ile, yoksullukta küreselleştirilen işçime karşılık bazı zümrelerin refaha ve zenginliğe taşınması ört bas edilmekte.
Ben de Taksim’e selam ederek işçime diyorum ki; “Merak etme, yeter ki Türkçe konuş, dinleyenin(!) olsun, Taksim olmazsa, Trabzon Atatürk Meydanı bile yeter sana!”
İşte 1Mayıs (Taksim) resmi;
Bayram da olsa, cici sloganlarla(!) meydanlarda boy da gösterse, “Mayısın” çıplaklığında, emeğin yoksulluğunu ve de kimsesizliğini görmeniz mümkündü.
Umarım kimse, o gün Taksim’in “1 Mayıs” papatya haline aldanmadı. Evlerde ve birçok iş yerinde işçim, yine aç, yine sorunlu, yine yarınsız, yine çalışırken saate saat demiyor… Meydanlarda davul zurna eşliğinde, pankartlarda yazılanlara bakmayın siz.
İşçime “sen yaz” desek; neler neler yazacaktı kim bilir. Öyle bildik ideolojik muhabbet yok onun satırlarında… İşsizlik, işten atılma, yarınsızlık kapısında…. Kısacası durumu belirsiz… İşveren siyasetçinin, o ise işverenin iki dudağı arasında.
Tarihinde, çalışma saati “sekiz saat olsun” diye mücadele edenlerin, şimdi, bir tarafta; bugün iş olsa da yapsak dediklerini… diğer tarafta da; iş kaygısı ile emeğinin karşılığını beklemeden çalıştıklarını gördüğümüz Mayıs mı, şimdi işçinin bayramı?
Artık küçük işyerlerinde, sanayi sitelerinde öyle kulağımıza aşina, iş sesleri bile duyulmuyor.
Müzik, iş seslerinden daha net dinleyici bulmakta.
Bilirsiniz işsizlik virüs gibidir. Ülke Ekonomisinde ki artçı sarsıntıları, dokuz büyüklüğünde ki deprem şiddeti ile ilk hisseden de işçilerdir.
Merak ediyorum o gün meydanlarda hesap kime kesildi, söylenenlerin adresi kimdi, acaba ses yeterince duyuldu mu ya da mesajları üzerine alan oldu mu?
Sahi o gün meydanlar da, davul zurna en çok hangi havayı çaldı. Peki ya, takla atan var mıydı?
Yoksulluk, gelecek kaygısı, kaderin babadan oğula geçişi, sosyal devlet, adaletsizlik, çocuk işçiler, açlık, işsizlik, iş güvencesi, sosyal adalet, haksız kazanç… vb gibi kelimeler işçimin, emekçimin lügatinden silinmedikten sonra “Mayıs”a bayram şölen diyemezsiniz. Olsa olsa 1 (gündür) Mayıs…