Feridun Yıldız
Feridun Yıldız

Avrasya Jeopolitiğine Küresel Yaklaşımlar -5-

4. TÜRKİYE
Türk Tarihinin ilk dönemlerinden itibaren Türk devletleri yönlerini Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru çevirmişler, Asya ve Avrupa toprakları üzerinde yüzyıllar boyu hüküm süren güçlü devletler kurmuşlardır.

Cengiz Han ve onun halefleri bölgesel rakiplerini yenerek, daha sonra jeopolitik bilimi akademisyenlerinin, küresel merkezi bölge veya dünya gücünün ekseni olarak saptadıkları alanda merkezi denetimi kurdular. Moğolların Avrasya Kıtası’ndaki imparatorlukları, Çin Denizi kıyılarından Küçük Asya’da Anadolu’ya ve Orta Avrupa’ya kadar uzanıyordu.[1] Bilhassa Timur, döneminde Avrasya jeopolitiğinde sınırlarını en fazla genişletmiş olan Türk hükümdarıdır. Atatürk Timur’a hayranlığını şu sözleriyle belirtir:

Ben, Timur zamanında olsaydım, onun yaptığını yapabilir mi idim, onu söyleyemem; fakat o benim zamanımda olsaydı, belki daha fazlasını yapabilirdi.[2]

İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, Türklerin Avrasya’da yüzyıllar boyu süren üstünlüğünü şu sözleriyle ifade eder:
Hint-Avrupa dillerini konuşan seleflerini stepten kovdukları Dördüncü yüzyıldan Rum, İran, Hindistan’daki Osmanlı, Safevî ve Timur hanedanlarının çöküşüne şahit olan Onyedinci Yüzyıla kadar, Türkçe konuşan insanlar Vasco da Gama öncesi medeniyet kuşağını askıya alan Asya halkasının anahtar taşlarıydılar. Bu iki yüz yıl boyunca farklı medeniyetler arasında kara bağlantısı, Türklerin stepteki güçlülükleriyle yönetildi. Türkler Vasco da Gama öncesi dünyasındaki merkezî konumları sayesinde doğudan batıya, güneyden kuzeye, Mançurya’dan Cezayir’e, Ukrayna’dan Dekkan’a uzanan bölgeyi fethettiler.”[3]
Bu yüzyıllar boyunca Türk devletleri ve hükümdarlarının fetih stratejilerini belirleyen unsur “Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi(Ülküsü)”dir. Türklerde sosyolojik anlamda Türkçülük kavramı ile jeostratejik anlamda Türk Birliği kavramları Osmanlı Devleri’nin son yıllarında, 19. yüzyılın sonlarında, devlerin kötü yönetilmesine çare olarak Türk aydınları tarafından ortaya atılmış tezlerdir. Bu aydınların en önemlileri Yusuf Akçura ile Gaspıralı İsmail’dir:
19. yüzyıl sonlarında Türkoloji’nin de tesirleriyle kültürel bir yönelme olarak başlayan Türk birliği fikri, 1904 yılında Mısır’daki Türk gazetesinde yayınlanan Akçuraoğlu Yusuf imzası taşıyan Üç Tarz-ı Siyaset isimli makale ile imparatorluk siyaseti bakımdan mümkün bir proje ve alternatif olarak sunuluyordu.

Yusuf Akçura o zamana kadar kültürel bir yönelme olarak kalan Turancılığı siyasî bir formül haline getirmiştir.[4] Yusuf Akçura, “ırka dayanan siyasî bir Türk milleti teşkil etmek[5] fikrinden bahseden ilk Türk aydınıdır. Akçura’ya göre Türk’ün yaşadığı her yer Türklük siyasetinin sınırları içerisine girer:

Türklük siyaseti de, tıpkı İslâm siyaseti gibi umumîdir; Osmanlı hudutları ile mahdut değildir. Binaenaleyh, kürenin Türkler ile meskûn diğer noktalarına da göz atmak iktiza eder.[6]

Akçura’ya göre Türk Birliği siyasi bir zarurettir ve bu birliği kurabilecek en avantajlı şartlar Osmanlı Devleri’nin elinde bulunmaktadır:

Türk birliği siyasetindeki faydalara gelince, Osmanlı ülkelerindeki Türkler hem dinî, hem ırkî bağlar ile pek sıkı, yalnız dinî olmaktan sıkı birleşecek ve esasen Türk olmadığı halde bir dereceye kadar Türkleşmiş sair müslim unsurlar daha ziyade Türklüğü benimseyecek ve henüz hiç benimsememiş unsurlar da Türkleştirilebilecekti.
Lâkin asıl büyük fayda; dilleri, ırkları, âdetleri ve hattâ ekseriyetinin dinleri bile bir olan ve Asya kıtasının büyük bir kısmiyle Avrupa’nın şarkına yayılmış bulunan Türklerin birleşmesine ve böylece diğer büyük milliyetler arasında varlığını muhafaza edebilecek büyük bir siyasî milliyet teşkil eylemelerine hizmet edilecek ve işbu büyük toplulukta Türk toplumlarının en güçlü ve en medenileşmişi olduğu için Osmanlı Devleti en mühim rolü oynayacaktı.”[7]
Kırımlı Türk aydını Gaspıralı İsmail Bey daha çok eğitim siyasetleri üzerinde çalışmalar yapmıştır. Gaspıralı’ya göre Türklüğün kurtuluşu için gerekli yapılması gereken faaliyetler şunlardı:

a)  Millî okullar geliştirilmeli ve eğitimde reform yapılmalıdır.

b)  Eğitim kurumlarında fakir öğrenciler, açların, felâketzedeler maddeten desteklenmeli ve bu doğrultuda sosyal dayanışmayı sağlamak için ‘cemiyet-i hayriye’ler kurulmalıdır.

c)  Bütün Türklere ortak bir dilde hitap edecek millî basın faaliyete geçmelidir.

d)  Din tesiri altındaki hayat tarzı modernleştirilmeli; Türk kadını özel ve kamusal alanda tam bir hürriyete ve erkeklerle tam bir eşitliğe kavuşturulmalı; cinsiyet ayrımı yapılmaksızın milli nitelikli bir aydınlar zümresi yetiştirilmelidir.

Bu programın asıl maksadı, önce Çarlık Rusyası’nda yaşayan Türk topluluklarına, sonra da tüm Türk Dünyası’ndaki Türk topluluklarına milli kimlik kazandırırken, Türklük şuurunu da aşılamaktı. Gaspıralı İsmail Bey, bu amacı şu veciz ifadeyle sloganlaştırmıştı: “ Dilde, Fikirde, İşte Birlik!..”[8]

1905 yılının Ağustos ayında bir araya gelen Gaspıralı İsmail Bey, Topçubaşı Ali Merdan Bey ve Yusuf Akçura Bey, "Rusya Müslümanları İttifakı"nı kurarak, Türklerin haklarını Duma’da nasıl savunmak gerektiği hususunda çalışmalara başladı. Nitekim İsmail Bey, kurulan bu ittifakın kongresinde dil birliği hakkında şu teklifi yaptı.

"Umumen Türklerin aslı nesli birdir. Zaman ve mekân ihtilâfıyla şive ve âdetlerimize ihtilâf peyda olmuştur. Bu ihtilâf, birbirimizi anlayamayacak dereceye gelmiştir. Bundan sonra okullarımızı edebî dili bir olan hizmet edecek hâle getirmek lâzımdır. Kongrenin mektep ve medrese komisyonu tarafından hazırlanmış olan lâyihasında ilkokullarımız için dört sene süren öğretim tayin olunmuştur. Bunun üç senesinde sadece mahallî şive ile öğrenim icra edilip, son senesinde umumî Türk lisanı ile yazılmış kitaplar okutulmalıdır. Bu sayede yavaş yavaş muhtelif şive ve lehçeler birleşmiş olur."[9]

Ziya Gökalp 1910’da kaleme aldığı Turan şiiri ile ilk defa Turan kavramını dile getirdi:

Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan

Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan

Gökalp Turancılık ülküsüne ulaşmak için iki aşama belirlemiştir. Birinci aşama Akçura ve Gaspıralı’nın da öngördüğü gibi kültür ve eğitim birliği ile ilgilidir:

Bugün, harsça birleşmesi kolay olan Türkler, bilhassa Oğuz Türkleri yani Türkmenlerdir. Türkiye Türkleri gibi, Azerbaycan, Îran, Harezmi ülkelerinin Türkmenleri de Oğuz uruğuna mensupturlar. Binaenaleyh, Türkçülükteki yakın mefkûremiz (Oğuz ittihadı) yahut (Türkmen ittihadı) olmalıdır. Bu ittihattan maksat nedir? Siyasî bir ittihat mı? .Şimdilik, hayır! İstikbal hakkında bugünden bir hüküm veremeyiz. Fakat, bugünkü mefkuremiz, Oğuzların yalnız harsça birleşmesidir.[10] Türkçülüğün yakın hedefi bu büyük kıtada yalnız bir tek harsın hâkim olmasıdır.[11]

Türkçülüğün uzak mefkuresi ise (Turan)’dır. Turan bazılarının zannettiği gibi, Türklerden başka, Moğolları, Tunguzları, Finuvalıları, Macarları da ihtiva eden bir (kavimler halitası)  değildir.

…Bugün ilmen sabit olan bir hakikat varsa, o da Türkçe konuşan Yakut, Kırgız, Özbek, Kıpçak (Tatar), Oğuz gibi Türk şubelerinin lisanca ve an’anece bir vahdete mâlik bulunduğudur. Turan kelimesi, Turlar yani Türkler demek olduğu için, münhasıran Türkleri ihtiva eden camiavî bir İsimdir.[12]

Gökalp Türkçülük ülküsünü ise üç dereceye ayırır:

Türkçülüğü mefkûresinin büyüklüğü noktasından üç dereceye ayırabiliriz:

1) Türkiyecilik.

2) Oğuzculuk yahut Türkmencilik.

3) Turancılık.


Bugün şe’niyet sahasında yalnız Türkiyecilik vardır. Fakat, ruhların büyük bir iştiyakla aradığı (Kızıl Elma), şe’niyet sahasında değil, hayâl sahasındadır.
[13]

Gökalp Turancılığın saldırgan bir ülkü olmadığını “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” kitabında tekrar eder:

Turan, Türklerin efradını cami'(bireylerini toplayan) ve ağyarını mâni'(diğerlerini engelleyen) olan mefkûrevî(hayalî) vatanıdır.

Turan, Türklerin oturduğu, Türkçenin konuşulduğu bütün ülkelerin mecmuudur(bütünü).[14]

Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’na göre Ziya Gökalp eserlerinde “Turan” kavramına beş ayrı anlam vermiştir:

1. Gökalp, Turan kelimesini ilk planda Türklerin ana yurdu, ilk vatan, yani Orta Asya, Altay Dağları ve Ötüken yöresi gibi coğrafî bir mekân ismi olarak kullanmaktadır.

2. Eski Anayurttan başka Türk’ün fethettiği, Türk’ün vaktiyle yaşamış olduğu ve yaşadığı her yer Gökalp’e göre Turan’dan bir parçadır.

3. Turan kelimesinin Gökalp’te üçüncü mânâsı Türklerin tutsaklıktan kurtulup hürriyet ve istiklâllerine kavuşma ülküsüdür.

4. Gökalp, Turan kelimesine dördüncü merhalede artık Büyük Türk Birliği mânâsını vermektedir.

5.  Gökalp’e göre Turan ülküsünün beşinci merhalesi “Cihan Hâkimiyetidir”. Başka bir deyişle Kızıl Elmadır[15]

Orhan Seyfi Orhon Turanî basit bir cümle ile izah eder: “Turan, Türk tarihinde büyük Türk ırkının kendisine vatan olarak seçtiği yerdir.[16]

Ziya Gökalp fikirleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu M. Kemâl Atatürk’e çok etki etmiştir. Atatürk Türkçü bir devlet adamı olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk Milliyetçiliği temelleri üzerine oturtmuştur. Türk Milliyetçiliği ve Turan ideali Atatürk döneminde devlet politikası iken İnönü döneminde suçlanan bir ideoloji olduğu için bazı araştırmacıları de yanıltmış, İnönü’nün fikirleri Atatürk ile özdeşleştirilir hale gelmiştir. “Atatürk’ün Dış Türkler Politikası” isimli bir kitap yayınlayan Ercan Karakoç da bu yanılgıya düşerek Atatürk ile Gökalo’in fikirlerini ayrıştırmıştır:

Atatürk Dış Türkler ile ilgili politikasında Ziya Gökalplerden gelip Enver Paşaların devam ettirdiği siyasi entegrasyon süreci ile ilgilenmemiş, Türkçülük hareketinin öncülerinden Yusuf Akçura ve büyük Türk düşünürü İsmail Bey Gaspıralı’nın öne sürdüğü gibi dil ve kültür birliği projesini hayat geçirmeye çalışmıştır.[17]

Hâlbuki Gökalp’te de, Atatürk’te de saldırgan ve tehlikeli bir Turan ideali yoktur. Her ikisi de Turan’ı Türk milletini ayakta tutacak, içi Türk kültürü ile dolu bir ülkü olarak görürler.

Büyük hayaller peşinden koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Büyük ve hayalî şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, kötü niyetini, kinini bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz Panislâmizm yapmadık; belki "Yapıyoruz, yapacağız!" dedik. Düşmanlar da "Yaptırmamak için bir an evvel öldürelim!" dediler. Panturanizm yapmadık, "Yaparız, yapıyoruz!" dedik, "Yapacağız!" dedik ve yine "Öldürelim!" dediler. Bütün dava bundan ibarettir. Bütün dünyaya korku ve telâş veren kavram bundan ibarettir. Biz böyle, yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın sayısını ve üzerimize olan baskılarını artırmaktan ise doğal duruma, geçerli duruma dönelim; haddimizi bilelim. Biz yaşama ve bağımsızlık isteyen milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için yaşamımızı esirgemeden veririz![18]
Atatürk büyük Türk coğrafyasına sahip çıkar ve onu Türkeli olarak tanımlar:

Türk milleti, Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmış, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına Türkeli, Türk vatanı derler. Türk yurdu daha çok büyüktü. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir kıt’a yoktur. Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur.[19]

Atatürk milliyetçidir ve dolayısı ile Atatürk’ün dış politikasında milliyetçilik unsuru vardır. Atatürk’te milli dış politika vardır. Cumhuriyet’le beraber, yani “Milli Devlet” kurulduktan sonra, Atatürk’ün “Türklük” kavramına büyük ağırlık verdiğini, her vesilede Türklüğü yüceltmeye, Türklüğün onurunu, şerefini yüceltmeye, milli tarihimize atıfta bulunarak Türk Milleti’nin “yüksek medeniyetinden” Türk’ün milli yeteneklerinden söz ederek, bir milli ruh yaratmaya çalıştığını görüyoruz.[20]

Atatürk Türkeli olarak gördüğü Avrasya jeopolitiği ile çok yakından ilgilenmiştir. Kendi ordusunu ihtiyacı olduğu halde jeopolitik olarak Afganistan’ı çok önemli gördüğü için 1921 yılında seçme kurmay subaylardan, öğretmen ve doktorlardan oluşan bir heyeti eğitiçi olarak Afganistan’a göndermiştir. Mustafa Kemal’in Afganistan’ gidecek grubun uyması gereken kuralları sayarken kendilerini yalnızca Afgan halkına ve askerlerine değil SSCB sınırı içerisinde bulunan Türkistan ve Buhara halkına ve askerlerine de sevdirmeleri gerektiğini belirttiğini söylüyor. “Afganistan yönetimi harici entrikaların etkisiyle İslamiyet ve Türklük aleyhinde hareket etmeye hazırlanabilir. Gönderilen heyet böylesi hareketleri engelleyebilmeli, gerektiğinde İslamiyet ve Türklük çıkarlarını düşünebilen başka bir Afgan hizbini iktidara geçirebilecek kadar güçlü bir konuma gelmelidir.” Mustafa Kemal 1 Mart 1921 tarihinde imzalanan Türk – Afgan Antlaşmasına, SSCB’yi çok rahatsız edecek bir maddeyi de koydurtabilmiştir. Antlaşmanın ikinci maddesi her iki ülkenin Bütün Doğu Halklarının tam bağımsızlıklarını ve kendi kendilerini özgürce yönetebileceklerini kabul ettiklerini belirtmekte ve özellikle Buhara ve Hive Cumhuriyetlerinin istiklallerinin onaylandığını vurgulamaktadır. Mustafa Kemal kendi ekibiyle barışık tek gücün SSCB olmasına rağmen bunu yapmıştır.[21]

Afgan Kıralı Amanullah Sovyetlere yaklaşmakla beraber, Afgan-Sovyet münasebetleri düzenli bir şekilde gelişemedi. Sovyetlerin Türkistan. Özbekistan, Türkmenistan, Hive ve Buhara’yı Bolşevikleştirmek.için kullanmış oldukları  sert  usuller,  buralardaki  Türk  halkların ayaklanmalarına sebep oldu ve birçok Türk Bolşeviklerden kaçarak Afganistan’a sığındılar. 1922 yılında Enver Paşa’nın liderliğinde çıkan bu ayaklanmalara Amanullah büyük bir ilgi gösterdi ve hattâ kendi liderliği altında bir Orta Asya Konfederasyonu kurmak için harekete geçti. Tabiatıyla bu durum Sovyet – Afgan münasebetlerini bozdu. fakat Enver Paşa öldürüldüğü gibi, Sovyetler de Orta Asya’da durumu kontrolleri altına aldılar.[22]

Atatürk’ün Türk dünyasına ilgisini gösteren bir başka örnek de Azerbaycan’dan. “Şark Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya Tiflis ve Bakü’deki temsilciliklerimizin Azerbaycan’ın menfaatlerini ve ülke bütünlüğünü sağlamaları için bütün güçleri ile çalışmalarını emrediyordu. Bununla da yetinmeyen Mustafa Kemal Paşa, Sefir-i Kebir olarak gönderdiği Ali Fuat Paşa’nın yanına bir ilmiye heyeti vererek, Rus idaresinde kalan Türk topluluklarının problemlerini yerinde tespit ettirmiş ve kendilerinin yeni Bolşevik rejim altında haklarını koruyabilmeleri için gerekli milli birliği ve beraberliği sağlamalarında yardımcı olmuştur. Kızıl Ordunun ve Bolşevik yetkililerinin idareleri altındaki Türk ülkelerine baskı uygulamaları üzerine, Mustafa Kemal Paşa, Afganistan’ın modern bir devlet olarak Türkistan Türklerinin komşusu halinde ayakta durmasını sağlamış ve bu hareketi ile onlara moral vermeye çalışmıştır.[23]

Atatürk 1921 yılında verdiği bir demeçte duygularını açıkça sergilemektedir: “Azerî Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için, onların arzularına kavuşmaları, özgür ve bağımsız olarak yaşamaları bizi pek fazla sevindirir.[24]

Gandhi’nin kayınpederi ve Hindistan Genel Valisi şunları söylemektedir: “ Biz, Atatürk büyük devletlere baş eğdirinceye kadar, bir Doğu ulusunun esaretten tamamen kurtulabileceğine inanmıyorduk. Bizim amacımız “özerklik” ile sınırlıydı. Ne zaman ki Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı başardı, Lozan’da büyük devletlere boyun eğdirdi, parolamızı “bağımsızlığa” çevirdik. ”[25]

Atatürk ömrü boyunca hedeflerinden yılmamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın başında ilân edilen Misâk-ı Millî sınırlarını tam anlamıyla oluşturabşlmek için ömrünün sonuna kadar uğraşmıştır. Hasta yatağında iken Hatay meselesi ile ilgilenmiştir.

Amerikalı General Mc  Arthur "Hatıralar”ında, büyük devlet adamlarından biri olarak tanıdığını ifade ettiği  Atatürk’le 1933’te Ankara’da yaptığı bir mülâkata yer vererek yazdığı şu satırlar, Atatürk’ün bu yıllardaki Misak-ı Millî’ye yönelik düşüncelerini anlamak bakımından oldukça önemlidir.

Mc Arthur soruyor:

"Sizin Türkiye’nin geleceği hakkındaki tasavvurlarınız nedir?"

Atatürk’ün cevabı;

"Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım.[26]

DEVAM EDECEK


[1] BRZEZINSKI, Zbigniew, “a.g.e.”, s. 34
[2] BOZKURT, Mahmut Esat – “Yakınlarından Hatıralar”, s.96
[3] TOYNBEE, Arnold – “a.g.e.”, s.69
[4] MARDİN, Şerif – “Jöntürklerin Siyasi Fikirleri”, İstanbul, 1992, s.276-277
[5] AKÇURA, Yusuf – “Üç Tarz-ı Siyaset”, Ankara 1076, s. 19
[6] AKÇURA, Yusuf – “Üç Tarz-ı Siyaset”, Ankara 1076, s. 24
[7] AKÇURA, Yusuf – “a.g.e.”, s. 33-34
[8] HABLEMİTOĞLU, Necip – “Gaspıralı İsmail Bey: Dilde Birlik ve Türklük Şuuru”, http://www.dogrugenclik.org/hablemitoglu/yazilari/blog.php?id=27
[9] TOKSOY, Ahmet – “XX. Yüzyıla Girerken Türk Dünyası ve İsmail Gaspıralı”, Orkun, Kasım 2001, Sayı: 45
[10] GÖKALP, Ziya – “Türkçülüğün Esasları”, İstanbul 1976, s. 20
[11] GÖKALP, Ziya – “Türkçülüğün Esasları”, İstanbul 1976, s. 21
12] GÖKALP, Ziya – “Türkçülüğün Esasları”, İstanbul 1976, s. 21-22
[13] GÖKALP, Ziya – “Türkçülüğün Esasları”, İstanbul 1976, s. 23
Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!