Bugün 12 Eylül 2021. Yüzlerce, binlerce insanı mağdur eden, vicdanların kabul etmediği kendi hukuku ile pek çok insanı idam sehpasına gönderen 12 Eylül 1980 İhtilâli’nin üzerinden kırkbir(41) yıl geçti. 1980 öncesinde Ülkücü Gençliğin liderlerinden merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun ifadesiyle, “12 Eylül öncesinde köylere, şehirlere, Türkiye’ye birbirlerini sığdırmayanlar, gençlik, ikibuçuk metrekarelik hücrelere sığmak mecburiyetinde kaldı. Ülkeyi paylaşamayanlar hücreleri paylaşmak zorunda kaldılar. Kavgaları paylaşamayanlar, bu defa işkenceleri paylaştılar.”(Keşke Olmasaydı, Kanal 24, Yapımcı: Okan Başara)
12 Eylül’den kalan en acı hatıralar ise paranoyak bir denge siyaseti yüzünden uğruna ölümüne mücadele ettiği devleti tarafından asılan, müminlerin kalbinde inşallah şehirlik mertebesine yükselmiş olan 8 ülkücü genç fidandır. Bunlardan ikisi Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’tır. İdam edildikleri dönemde kendileri ile beraber İzmir Buca Cezaevi’nde mahkûm olarak kalan İrfan Sönmez’in iki şehidin idamları ile ilgili anlattığı hatıralarını noktası ve virgülüne dokunmadan okuyalım:
“Halil Esendağ ile Selçuk Duracık idam cezası almış, Yargıtay’a gitmiş, Yargıtay onaylamış; Kenan Evren’in imzasını bekliyordu. Biraz sonra Halil Esendağ geldi. Sarıldık, kucaklaştık. Ellerimizi beraber kelepçelediler. 1961 doğumlu. O zaman 21-22 yaşında bir genç. İmam Hatip 6’dan ayrılmış.
Ölümden hiç bahsetmiyorum ben. Olur ki, korkar, bir zaaf gösterir ve Halil’i bir daha öyle hatırlamayayım, diyorum.
Yolda arkadaşlar ring arabasında sordular. Dediler ki; “Halil, gelinlikleriniz nasıl oldu?”. Halil de “Gelinlikler iyi oldu ama biraz uzun oldu” dedi.
Tasavvufî ifadesiyle, “Mûtu kable en temûtu” demişler; “Ölmeden önce ölmek”. Ölümü yenmiş bir arkadaşımızdı. Baktım ki gayet rahat, “Halil, nasıl bir gecede asılmak istersin?” dedim. Dedi ki: “Yağmurun hafif çiselediği bir gecede asılmak isterim.”
Dedim ki, “Slogan atacak mısın?”, dedi ki, “İdam slogan atma yeri değil. Tekbir getire getire gideceğim; sehpaya kendim çıkacağım, ipi boynuma geçirdikten sonra sehpaya kendim tekmeyi vuracağım, ama intihar olur endişesini taşıdığım için bekleyeceğim, cellat gelsin, tekmeyi o vursun. Kelime-i Şahadet getirip gideceğim.”
Bu ara ben arkadaşlara sordum, dedim ki: “Siz Halil Esendağ’a ‘Gelinlikleriniz oldu mu?’ diye bir soru sordunuz; nedir bu gelinlikler?” “Geçen duruşmada Halil dedi ki, ‘Bizi nasıl olsa asacaklar, devletin vereceği kefenle asılmak istemiyoruz. Torba gibi bir kefen veriyorlar, eller içeride kalıyor. Zaten arkadan kelepçeleniyor eller. Siz bize kollu bir şey yaptırın, hiç olmazsa ellerimiz dışarıda kalsın. Rahat can çekişiriz, rahat çırpınırız hiç olmazsa. Bir de sizin helâl paralarınızla olsun’ dediler.
Koğuşta 22 tane ülkücü var. Cep harçlıklarını bir araya getirmişler, iki tane kefen alamamışlar. Sonunda bir arkadaşımızın ailesinin getirdiği beyaz yorgan çarşafıyla nevresimi cezaevi terzisine gönderip, iki tane kefen yapıyorlar ve rahmetli Halil’e gönderiyorlar.
Halil her gece kefenini giyerek seccadenin başında uyuyor. Bu gece asarlar, bu gece asarlar…
Saat 12’ye doğru cezaevi terzisi geldi, dedi ki, “Bu gece Halil Esendağ ile Selçuk Duracı’yı asacaklar, sehpaları kuruluyor, haberiniz olsun.”
Tabii çok büyük bir şok yaşadık, yani, ölüm çok korkunç bir hadise. Küçük kıyamet demiş yüce Peygamber, gerçekten de öyle. Korkunç bir yalnızlık duygusuna kapılıyorsunuz. Korkunç bir kimsesizlik duygusuna kapılıyorsunuz. Korkunç bir güçsüzlük duygusuna kapılıyorsunuz. Hiçbir şey yapamıyorsunuz.
Arkadaşları cezaevinde topladım, yapılacak başka bir şey yok. Kur’an cüzlerini bölüştürdüm. Sabaha kadar Kur’an okuyacağız. Arkadaşlarımıza dua edeceğiz. Şahadet şerbetini içmeleri için, ölümlerinin kolay olması için, cesaretle gitmeleri için dua edeceğiz.
Her yarım saatte bir çıktım. Avazım çıktığı kadar selâ okuyorum Yani, olur ki, idam hücresinde bizim sesimizi duyarlar. Gönülleri inşirah bulur, huzur bulurlar arkadaşlarımız bize sela okuyorlar diye.
Saat 01’de son defa çıktım. Aklıma Halil Esendağ’ın “yağmurun hafif çiselediği bir gecede asılmak isterim” sözü geldi. Elimi parmaklıklardan dışarıya uzattım. Baktım hafif bir yağmur çiseleyerek yağıyor. Ve içimden dedim ki, “Eğer sen o gün Allah’tan güneşleri yağdırmayı dileseydin, benim Allahım güneşleri de yağdırırdı.”
Saat 09’da gardiyanlar geldi. Dediler ki, “bu gece Buca’ya rahmet yağdı.”
“Ne oldu?” dedik, “Nasıl asıldılar?”
Dediler ki, “İkisi de cesaretle geldiler. Tekbir getire getire sehpaya gittiler.”
Aldık, getirdik eşyaları. Koğuş başkanı ben olduğum için o eşyalar da bana verildi. Eşyaların içerisinden özel eşyaları ayırıp ailesine göndereceğim. Kıldıkları kaza namazlarının, tuttukalrı kaza oruçlarının listesini tutmuşlar. Ölümle ilgili ne kadar ayet, hadis var, yazmışlar. Eşyaları ayırırken küçük bir gazete kâğıdının içinde küçük bir şey gözüme çarptı. Ben, affedersiniz, dedim ki, ya iç çamaşırı ya da çoraptır. Yıkamaya fırsat bulamadı, atamadı dedim, daha doğrusu. Açtın. Etrafı oyalı yeşil bir başörtüsü. Halil Esendağ hapishaneye girmeden kısa bir süre önce evlenmiş, ama murat almadan, eşiyle sevgisini paylaşmadan hapishaneye düşmüştü. İhtimal ki, iki sene kaldı idam hücresinde, eşinin başörtüsünü bir dert ortağı gibi yanında tutmuştu.
Babası mektupta yazıyor, “Arkadaşlar, üzülmeyin. Benim oğlum şehit oldu.”
Annesi çok üzülmüş. Çırpınmış, ağlamış; “Ya Rabbi, benim oğlum şehit mi oldu, yoksa pis bir siyaset uğruna mı gitti?” diye. Bir gece rüya görüyor. Rüyasında cennette kendisi. Annesi kendisini cennette görüyor. Bütün sahabeler, peygamberimizin arkadaşları toplanmışlar, bekliyorlar. Erkek sahabeler bir tarafta, kadın sahabeler bir tarafta.
Annesi gidip “Siz burada niye toplandınız?” diyor o kadın sahabelerden birisine.
O da, “Bilmiyor musun? Bugün burada şehit Halil Esendağ’ın nikâhı var. Nikâhını Allah Resulü kıyacak, onu bekliyoruz” der ve annesi sevinç içerisinde uyanıyor ve “Benim çocuğum şehit oldu” diyor.
Gerçekten de Halil Esendağ bir büyük kahramandı.”(Keşke Olmasaydı, Kanal 24, Yapımcı: Okan Başara)
İnfazda bulunan Buca Cezaevi Muradiye imamı Abdullah Hoca da şunları anlatır:
“Bana hiç evliya gördün mü diyenlere; evet… Halil ile Selçuk’u gördüm diyeceğim…”
Selçuk bana o kadar büyük bir güven verdi ki, şaşırdım. Dedim “Selçuk, Allah…”. “Hocam” dedi, “biz kadere inanmışız.” İki rekât namaz kıldı, Kur’an-ı Kerim okudu ve böyle dua etti.
O anki heyecanım hâlâ devam ediyor. Güçlü çıktı, sehpaya çıktı, ip boğazına geçti. “La ilahe illallah” dedi, sehpayı sonra çektiler.
“Bu genç. Bu gençler bu gücü nereden aldılar, nasıl kazandılar, neyle kazandılar, bu güce nasıl erdiler? Benim hâlâ, şu ana kadar, 20-25 yıldır oldu, benim hafızamı meşgul ediyor. Allahü Tealâ hazretleri vatanımızın, milletimizin, yurdumuzun, yuvamızın bekası için, ne kadar şehit varsa Allah hepsini cennete koysun.”(Keşke Olmasaydı, Kanal 24, Yapımcı: Okan Başara)
12 Eylül Türk milletinin vicdanında çoktan mahkûm olmuştur. Biz o meş’um Kara Eylül’e şehitler verdik, kalanlarımız ise her gün o acıları yâd ederken yaşlara boğuluyor. 41. Yılında Faşist 12 Eylül Darbesi’ni bir daha lânetliyoruz.