“Kırbaç Hikayesi,” uzun zaman önce uzak bir şehirde beyaz bir kırbaç bulan ve onunla halka zulmeden zalim bir haraminin hikayesini anlatır. Harami, bir Bey’in kimliğini çalarak şehre hükmetmeye başlar ve zulmü artarak devam eder. Ancak, ailesi tarafından katledilen bir çocuğun intikamını almak isteyen kırbaç yaralı bir genç, bu zalim Bey’e karşı çıkar. Hikâye, Bey’in düşüşünü, kırbaç yaralı genç ile Bey’in kızının kaderlerini ve sonunda adaletin yerini bulmasını konu alır; sel felaketi gibi doğal olaylar ve Sultan’ın müdahalesiyle zulmün son bulması ve halkın refaha kavuşması ile sona erer. Sonunda, hikaye ibret verici bir kıssa olarak anlatılır.
Uzun uzun zaman önce memleketin birinin oldukça uzak bir şehrine yakın bir kervan yolu üzerinde, yollarda haramilik yapan bir zorba, bembeyaz bir kırbaç görmüş. Hemen inmiş atından aşağıya, almış kırbacı şaklatmaya başlamış. Bir süre sonra kırbaçlı harami diye anlatılır olmuş. Kırbaçlının bastığı bir kervanda bir adam, nerden bu buldun bu kırbacı demiş, bu kırbacı tutan eli Sultanımız astı. Kırbacı bulamadılar. Demek sen buldun ha. Yalnız o kırbacı yanlış tutuyor, yanlış kullanıyorsun, sana inceliklerini öğreteyim, beni bırak. Haramiye üç ay kadar kırbacın inceliklerini uygulamalı olarak göstermiş. Kırbaçlı, seni serbest bırakıyorum diye ilk köle pazarında adamı satmış geçmiş gitmiş. Kırbaçlı ve adamları şehrin yolu üzerine bir pusu kurmuşlar. Bir kafileyi durdurup, koruluk alanda bir yere saklanan beş altı yaşlarında bir erkek çocuk hariç herkesi öldürmüşler.
Küçük çocuk olan bitenleri sonuna kadar izlemiş. Kırbaçlının kırbacını da bir daha hiç unutmamış. Kırbaçlının eline bir ferman geçmiş. Adamlarına bu adam demiş, şehrin yeni Beyi imiş. Şimdi demiş ben bu Beyin üstündekileri sizlerde ölen adamlarının üstlerindekileri giyiyorsunuz. Bundan sonra haramilik bitti. Bey oldum. Kırbaçlı şehre girdiğinde memlekette bir karışıklık olmuş, Sultan ölmüş. Dört Şehzadesi taht kavgasına başlamışlar. İşte bu karışıklıkta Kırbaçlı ve adamları, şehre gelmişler. Eski Bey fermanı okuyunca, buyur Beyim demiş, almış maiyetini çekmiş gitmiş şehirden. Kırbaçlı kısa bir süre sonra, bedestendeki dükkanlara, aşhanelere, hanlara, hamamlara hatta şifahaneye bile vergi koymuş. Şehre gelen kervanlar, yolcular, şehre yerleşmek isteyenler Kırbaçlı Beyi görmeden olmuyormuş. Adamları Beyim demişler. Bey evli olmalı. Kimin kızını istersen alalım sana.
Çok geçmeden, Bey karısı olmak için, beni zorla ona vermişlerdi diye kocasını öldürdü diye anlatılan bir kadınla evlenmiş. Çok şeyler anlatılmış ancak, konu bir günde kapanmış. Konuşanlar, anlatanlar, ortadan kaybolmuş. Memleketin karışık günleri yirmi yıl kadar sürmüş. Bu arada, olaylara şahit olan o küçük çocuğu bir kervan bulup Payitahta getirmiş, çocuğun akrabaları basmışlar bağırlarına. Kimselere dertlerini anlatamamışlar. Nihayetinde, en küçük şehzade, ağabeylerini bertaraf ederek Sultan olmuş. Memleket adeta bir yangın yeriymiş. Bu uzak şehirdeki kırbaçlı Bey, kim bir şey dese ya kendi kırbacıyla kırbaçlar yada adamlarına insanlarını kırbaçlatırmış. Bey ve kırbacının ünü memleketin her tarafında anlatılır olmuş. Beyin şehrinde çıt çıkmıyormuş. Ahali suspus olmuş, çaresizce umutsuz bir bekleyişe girmişler. Bey yine bir gün, karşısına dikilen bir ihtiyara kaldırmış kırbacını vuracakken, bir el kırbaç tutan elini yakalamış.
Dur Bey demiş, ne dedi sana o ihtiyar. Yetti zalimliğin demiş. yolun sonuna geldin haberin yok. Bey, kolunu tutandan bir silkinişte kurtulup, şaklatmış kırbacını, Beyin kolunu tutan delikanlı ne kadar çevikte olsa, kırbacın ucu sol yanağında derin bir iz bırakmış. Delikanlı yüzünü sarıp hızla uzaklaşmış oradan. Bey ne kadar aradıysa da bulamamış delikanlıyı. Onun yerine delikanlıyı kurtaran ihtiyardan çıkarmış hırsını. İhtiyar sabaha varmadan ruhunu teslim etmiş. Olaya şahit olanlar, delikanlı demişler beyin kolunu öyle bir burktu ki, Beyin gözlerinden yaş geldi. Az daha burksa kırıp atacaktı. Bey delikanlıyı günlerce aratmış şehirde. Ne ona benzeyen biri, ne de ondan bir iz varmış. Bey, unutmayın diyormuş, sol yanağında kırbaç izi var.
Bu izi ölünceye kadar silinmez. Onu ölü diri getirin getirene yüz akçe. Aradan üç yıl kadar geçmiş Bey kızı kervanla Payitahta gidiyormuş. Kervanı haramiler basmış. Rastladıkları ilk köle pazarında çıkarmışlar meydana. Kıza beş yüz akçeye kadar talip çıkmış. Yüzü sarılı biri gelip, bin akçe demiş. Köle tüccarı, köle senindir beyzadem diye Bey kızını teslim etmiş yüzü sarılıya. Bey kızı, sen demiş benim kimin kızı olduğumu bilmiyorsun. Beyimiz seni bulur, senin yedi ceddini ortadan kaldırır. Yürü sarılı, açmış yüzünü. Kız şaşkınlıkla sen demiş o adamsın. Beyimizin sol yanağında kırbaç izi bıraktığı o kendini bilmezsin. Delikanlı dur bakalım demiş. Babanın neler yaptığını zulmünü, ahaliye çektirdiklerini bilmez misin? Zalimin kızı da zalim olursa dünyanın ahengi bozulur. Oysa benim halimi gördüğünde ağlıyordun. Sanma ki gözümden kaçtı.
Seni bunun için kaçırdım. Bunun için köle pazarından satın aldım. Kız sen demiş kimsin? Belli ki Beyimizi de benim ailemi de iyi tanıyorsun. Ancak sana üzülsem de fazla bir ömrün yok. Şunun şurasında ya üç gün yaşarsın ya beş gün. Hadi bir ay olsun. Beyim seni bulur. Delikanlı ben demiş o Beyin öldürdüğü İhtiyarın torunuyum. Bey bu sefer baltayı taşa vurdu. Onu kendi silahıyla, kendi şehrinde ahalinin gözü önünde öldüreceğim. Bir daha kimseye kırbaçla vuramayacak. Kimseyi kırbaçlatamayacak. Kız sen demiş kendini ne sanıyorsun. Delikanlı çıkmış gitmiş. Akşam birkaç yaşlı insanla birlikte geri gelmiş. Yaşlı kadınlar gel bakalım gelin kız demişler. Kız ne olduğunu anlayamadan bir anda delikanlıyla evlenmiş. Beyimiz demiş senin cesedini yerlerde sürüsünde gör diye başlamış bağırıp çağırmaya. Delikanlı, Bey kızı demiş artık benim hatunum oldun. Bu şehir bir başka diyarda. Bey gelirse de sefa geldi hoş geldi. Geleceği varsa göreceği de var.
Beyin adamları iki ay kadar sonra, Bey kızının izini bulmuşlar. Beyim demişler, kırbaç yaralı senin kızınla zorla evlenmiş. Kale gibi korunan bir konaktalar. Kızını kaçıran da o köle pazarında sattıranda, satın alanda. O ölen İhtiyar dedesiymiş. Şehre Bey olarak gelirken yolda öldürdüğümüz Beyin babası. Bu çocuk görmüş bile olsa hatırlamaz hiçbir şeyi. Anası kim, kim baktı, kim büyüttü, kim kol kanat gerdi bilen yok. Bey, biliyorsunuz demiş gelen Beyi yok ettiğimizde, memleketin Sultanı aniden öldü. Ortalık karıştı. Onun yerine geçtim. Kargaşa karmaşa dindiğinde, toz duman dağıldığında, yeni Sultan beni kabullendi geçti. Hep birlikte bu şehri dilediğimiz gibi yönetiyoruz. Korkmayın. Kırbaç yaralının elime geçmesi uzun sürmez. Bu arada ahaliye olan sert davranışınızı az biraz gevşetin. Un dağıtın. Buğday dağıtın. Aşhanelerde fakir fukarayı üç beş gün doyurun. Şifahane de bu insanlara baksınlar. Bey yumuşamış desinler. Hoşgörü sahibi olma yolunda desinler. Gerisine sonra bakarız. Böyle yapacağız ki, kırbaç yaralı avucumuza düşecek.
On gün kadar sonra, kırbaç yaralı şehrin meydanında en kalabalık bir anda Beyin karşısına çıkmış. Kırbacına davranan Beyin kolunu kırmış. Bir daha ki sefere demiş, bu kolu kesip alacağım. Beyin adamları Beyim demişler, şehri kuşatmış. Nasıl olur bu? Kırbaç yaralı ve adamları geldikleri gibi sessizce çıkıp gitmişler şehirden. Bey şehrin her tarafında güvenlik tedbirlerini artırmış. Bir ay kadar sonra, şehrin kapısında Bey kızı görünmüş. Hemen Beye haber vermişler. Bey, kırbaç yaralı seni neden bıraktı demiş. Yok demiş kız bırakmadı. Var şehre beni bekle dedi. Beni almaya gelecekmiş. Bey, kırbaç yaralı haddini aştı demiş, kime güveniyor bu kadar? Bey kızı, sana güvendiğini söyledi. Damadına şehrin kapılarını kendin açacakmışsın. Bey, kırbaç yaralı demiş aklımla oyun oynuyor. Aradan aylar geçmiş. Bu arada Bey kızı, bir erkek çocuk doğurmuş. Bey kızının anası, kızım demiş baban duyarsa bu çocuğu yaşatmaz. Bey kızı, ben de demiş alır evladımı çıkar giderim bu şehirden. Bir gece çıkmış gitmiş…
Beyin adamları beyim demişler, karanlıkların içinden bir çocuk ağlaması işittik. Lakin ne kızınız ne de onu şehirden çıkaranlara rastlamadık. Ertesi gün, şehirde öyle şiddetli bir yağmur yağmaya başlamış ki, tufan oldu demiş ahali, dereler, çaylar taşmış, sular, şehrin kapısını ve surlarını yıkmış, şehir bir anda sular altında kalmış. Ahali nesi var nesi yok kaybetmiş. Beyin zahire depolarını sel almış götürmüş. Bir lokma ekmeğe muhtaç kalmışlar. Civar şehirler yardıma koşmuş. Aylarca şehrin içindeki balçık çamur kurumamış. Bey cümle variyetini kaybetmiş. Kolu düzelmiş düzelmesine amma o çok sevdiği kırbacı da sellere karışmış. Şehre Sultan gelmiş bir sene kadar sonra, yanında da kırbaç yaralı varmış. Sultan bir kırbaç çıkarmış. Bey demiş, kırbacın bu mu? Beyin gözleri parlamış evet Sultanım demiş. Kırbacını kırbaç yaralı bulup bana getirdi. Ahaliye çok eziyet çektirdiğini şehri terk etmeye niyetlenen ahali anlattı. Bu kırbacı tanımayan bilmeyen yokmuş, kırbaç yaralı dahil. Bak kırbaç bile dayanamamış senin yaptıklarına da sele karışmış, kaybolup gideyim diye…Hâlâ neyi anlamak istemezsin. Kızın senden habersiz, torununu doğurdu, kırbaç yaralı karısını ve oğlunu senden kaçırdı. Sen ne zalim ne insafsız ne vicdansız ne Allah korkusu olmayan bir adamsın. Ardından yıkın şunu demiş…Yıkmışlar Beyi. Sultan şehrin meydanına bir ateş yaktırmış. Onun yanına bir kütük koydurmuş ve dev bir savaş baltası taşıyan savaşçısına, al şu kırbacı demiş, böl parçalara, at ateşe. Beyaz kırbaç cayır cayır yanmış. Küllerini dahi başka diyarlara savurmuşlar.
Anlatırlar ki; Sultan, kırbaçlıyı şehrin meydanında ibreti alem için asmış. Adamlarını ortadan kaldırmış. Kırbaç yaralıyı şehre Bey yapmış. Kırbaç yaralı ilk iş olarak ahali üzerindeki ağır vergi yükünü kaldırmış. sel baskınından zarar gören insanlara Sultan memleketin cümle imknını seferber etmiş. Şehir kısa bir süre sonra, kendine gelmiş, kendini toparlamış, solgun ve ümitsiz yüzler gülmeye başlamış. Şehir ayağa kalkmış. Bir daha ne kırbaç meselesini açan olmuş ne anan ne de hatırlamak isteyen. Nerede bir eli kırbaçlı duyulsa, memleketin Sultanı yok ediyormuş. Bir süre sonra o hikayelerde kapanmış. Ancak ibret olsun diyerek kırbaç hikayesi anlatılmış dünden bugüne…
Şehir şehire, kırbaçlı kırbaçlıya, kırbaç yaralı kırbaç yaralıya, kırbaç kırbaca, Sultan Sultana, zorba zorbaya, harami haramiye, diyar diyara, ihtiyar ihtiyara, Bey Beye, Bey kızı Bey kızına, Bedesten bedestene, han hana, aşhane aşhaneye, meydan meydana, tufan tufana, ahali ahaliye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…