Günümüzdeki sürekli bilgi akışının insan psikolojisi üzerindeki etkilerini ele almaktadır. Eskiye kıyasla felaket haberlerinin anında erişilebilirliğinin, bireylerde kaygı, uyku sorunları ve tükenmişliğe yol açtığı belirtiliyor. Ayrıca, empati yorgunluğu kavramına dikkat çekilerek, aşırı üzücü olaylara maruz kalmanın duyarsızlaşmaya neden olabileceği vurgulanıyor. Metin, bilgiye erişimin artmasının umutsuzluğu da beraberinde getirebileceğini ve bu durumun eylemsizliğe yol açabileceğini ifade ediyor. Son olarak, okuyuculara bilgiye seçici yaklaşma ve dijital dünyadan ara sıra uzaklaşma tavsiye edilerek ruh sağlığını korumanın önemi vurgulanıyor.
Eskiden biri bize “Dünyada neler oluyor?” diye sorsa, cevabımız genellikle üç-beş başlıktan öteye gitmezdi. Şimdi ise savaş cephelerinden çocukların ağlama sesi, orman yangınlarından yükselen duman, deprem enkazından çıkan ilk yardım çığlığı — hepsi saniyeler içinde ekranımıza düşüyor. Görmek istemesek bile denk geliyoruz. Kaçmak istesek bile algoritmalar sağ olsun, yakamızı bırakmıyor.
Klinik ortamda sıkça karşılaştığım bir soruyla başlayayım: “Hocam, haber izleyince içim daralıyor ama izlemeyince de kendimi duyarsız hissediyorum. Ne yapmalıyım?”
Bu, günümüzün en görünmez ikilemlerinden biri. Sürekli haberdar olma hâli, hem bireysel hem kolektif ölçekte büyük bir yük haline geldi. Adına “bilgi çağındayız” diyoruz ama belki de buna “taşınamaz bilgi çağı” demek daha doğru.
Sürekli Alarm Halinde Bir Zihin
İnsan zihni, bir felaketi duyduğunda tehdit algısını çalıştırır. Bu çok temel bir hayatta kalma mekanizmasıdır. Ancak sorun şu ki, artık yalnızca kendi yaşadığımız şehirdeki değil, dünyadaki her felakete aynı anda maruz kalıyoruz. Zihnimiz de sürekli alarma geçiyor. Beden gevşemiyor, zihin durulmuyor. Sonuç? Artan kaygı, uyku sorunları, konsantrasyon güçlüğü ve zamanla gelişen tükenmişlik.
Empati Güç mü Verir, Yorgun mu Düşürür?
Empati, bizi insan yapan en güçlü duygulardan biri. Ama bir kişi her gün onlarca acıya tanıklık ederse ne olur? Duyarsızlaşmaya başlar. Bu bir savunmadır, kötü niyet değil. Klinik olarak buna “empati yorgunluğu” diyoruz. Özellikle yardım mesleklerinde ya da duyarlılığı yüksek bireylerde, bu durum depresyonu besleyebiliyor. Her şeyi hissetmek, her acıya yetişmeye çalışmak, zamanla insanın kendisine dönmesini imkânsız hâle getiriyor.
Bilgi Erişimi Arttıkça Umutsuzluk da Artıyor mu?
Güncel olaylara hâkim olmak, bilinçli birey olmanın bir göstergesi olabilir. Ancak bilinçli olmak, her an çevrim içi olmakla eş anlamlı değil. Sosyal medya algoritmaları bize dünyanın sadece karanlık yüzünü gösterdiğinde, gerçeklik algımız da bozuluyor. “Hiçbir şey düzelmeyecek,” düşüncesi içimize sinsice yerleşiyor. Bu da eylemsizliği getiriyor; çünkü insan, çözümün mümkün olmadığına inandığında hareket etmeyi bırakır.
O Zaman Ne Yapmalı?
Dünyaya gözümüzü kapatalım, kulağımızı tıkayalım demiyorum. Ama bir filtremiz olsun diyorum. Bilgiye ulaşmak değil, onu yönetebilmek bu çağın asıl becerisi.
- Her haberi okumak zorunda değilsiniz.
- Her videoyu izlemek zorunda değilsiniz.
- Herkese anında tepki vermek zorunda değilsiniz.
Bazen ruh sağlığımız için yapabileceğimiz en bilinçli hareket, dijital bir adım geri atmak olabilir.
Ve işte burada şu sorular önem kazanıyor:
Peki, sürekli bilgiye maruz kalmak bizi gerçekten daha bilinçli bireyler mi yapıyor, yoksa yalnızca daha kaygılı ve çaresiz mi hissettiriyor?
Gün içinde kaç kez kendi hayatımızı yaşamak yerine başkalarının felaketlerine tanıklık ediyoruz?
Ve en önemlisi:
Dünyanın bütün acılarına aynı anda tanık olmaya çalışırken, kendimizi kaybettiğimizi fark ediyor muyuz?