Türk Ocakları Genel Merkezi, bir gece yarısı kararıyla İstanbul Türk Ocağı yönetimini görevden aldığını duyurdu. Şüphesiz münasebetsiz bir işti. “Münasebetsiz” derken, sadece “Gece yarısı” ve “Sabaha karşı” operasyonlarıyla anılacak bir devrin alışkanlıklarıyla birleşmesini kastetmiyorum. Dokuz madde yazsanız dokuzunda da münasebetsiz, eski tabirle “icapsız” bir işti.
Bir Türk Ocaklı olarak bu yakışıksız durumdan çok utanmıştım. Son yıllarda kendisini milliyetçi-Türkçü kabul eden kişi ve kurumların döküldüğünün yeni ve bardağı taşıran örneğiydi. Bu mesele üzerinde durmak lazım. Bu dökülmeye girilmese de Taha Akyol, Arslan Tekin ve Orhan Uğuroğlu başta olmak üzere epeyce yazan çıktı. Sevinilecek tarafı, olanın bitenin eleştirilmesine dair bir dikkatin oluşmasıdır.
İstanbul Türk Ocağı Başkanı Dr. Cezmi Bayram ve Genel Başkan Prof. Dr. Mehmet Öz’le yakınlığım, neredeyse elli yılı buldu. Cezmi Bayram Ağabeyim, Mehmet Öz dostumdur. Bu hadiseden sonra her ikisiyle de konuşmadım.
Milliyetçiliğin kayıp ruhu
Kültür, çoğumuz için, önünde sonunda yaşadığımızdır. Yeniçağ‘da, hayatımız üzerinde düşündüklerimi düşündürmeye çalışıyorum. Pek çok yazımda satır aralarında milliyetçiliğin dar kalamayacağından bahsettim. Herkesi kucaklamak ana hedeftir, dedim. Milliyetçi, milletin bütün fertlerinin görüşlerini benimsemese de kendisinden kabul eden kimseye denir. Tarihimiz bütünüyle nasıl bizimse, dinlisi-dinsizi, iyisi-kötüsü, bileni- bilmeyeni, kabul edeni-inkârcısıyla yaşayanlar da bizimdir. Millet gerçeğine, dolayısıyla tarihe, bugüne ve geleceğe bizim gibi bakmayanlarla çeşitli derecelerde ayrılıklarımız olur. Farklılıkları kavga konusu edenlerimiz de vardır. Elbette bu şerefli milletin mensubu olmanın yüksek şuuruyla hareket edilmesini bekler, ister ve bunun için çalışırız.
Bu dediklerim hayata ne kadar uyar onu konuşuruz. Yalnız, yaşadığımız yaygın bir durum var ki çok tehlikeli ve milliyetçiliğin ruhuna da ters görünüyor. Yanınıza yörenize bakın, şahıslar, dernekler, partiler, gruplar.. herkes diğerlerini suçlamak ve dışlamakla meşgul. Herkes birbirini kötülüyor. Dış güçler meselesi gibi bu da kendi suçunu başkasına atma psikolojisini gösteriyor. Yarattığı hastalıklı ruh hali toplumu zehirliyor. Gardını almış, nereden yumruk geleceğini bekleyen mutsuz yüzlerle çevriliyiz. Dışlama ve ötekileştirme furyasında yapıcılığı unuttuk. Yaptığımızı yıkıyoruz. Olumsuz bakış her davranışımıza ve hayata bakışımıza hâkim hale geldi. Buradan yapıcı-oldurucu bir fikir de, irade de çıkmaz.
“O var ya o…”
Basit hayat görüntülerinden örnek verelim. İnsanlar buluşur buluşmaz söze diğerlerini konuşarak başlıyorlar. “O mu? O filâncıdır. Bu falanın adamıdır… Şu şöyledir…” Yani yaramaz. “Haa onlar mı? Bizi sevmezler. Şunu tutarlar… Böyledirler…” İnsanın içi kararıyor. Elinde, dilinde, gözünde, ruhunda bu kara lekeyle dolaşmaya alışmış insanlar ve gruplar arasında adım atamaz olduk. Sosyal sermayemizi kemiren düşman yaratma işinde müsülmancılıkla sözüm ona milliyetçilik yarışır hale geldi. Kendini yaralayan aslanlarla çevriliyiz. Devamlı kan kaybediyoruz. Beni ilgilendiren meselenin bu tarafıdır. Milliyetçinin belli hassasiyetleri olur. Bunu, yalnızca Ocaklılar, Gökalp‘ı, Yahya Kemal‘i, Atsız‘ı okuyanlar ve anlayanlar bilir diyemem. Okumuşlar, bunları ve benzerlerini okumak ve anlamak yanında, dünyayı da bilerek aynı zamanda temsil etmek zorundadırlar. Onu da bir yana, Ocaklılar, sarsılmaz bir imanla Türklük etmek zorundadırlar. Bu duyguyu kaybedenler kimliklerinin tartışıldığı bir ortamda bakar kalırlar. Çünkü -ağır gelecek belki ama- kimliklerinden boşalmışlardır. Evet, bugün yaşadığımız değerlerin değersizleştirilmesi sürecinde onların kimliklerinin de adı vardır ama içi boştur.
Hemen itiraz etmeyin, düşünün! Biz bunu yaşadık, yaşıyoruz. Türkiye’de kimlik tartışması varsa bizim biz olmayışımızdandır. Dünya Tarihi’nin Türksüz yazılamayacağı açık gerçeklikse, kimliğinden şüphe ettiren bir Türk ve Türkiye nasıl olabiliyor? Böyle bir durumun eşi benzeri var mıdır bilmiyorum. Mehmet Öz dostumun bildiri okurken bahsettiği “bâdire“den ben bu büyük krizi anlıyorum. Yoksa Genel Merkez’le bir şube arasında yaratılan tatsızlık fikir meselesi değil, şahıslar meselesidir. Fikri, hakikati şahsî isteklerimize boğdurduğumuz için bu haldeyiz.
Milliyetçilik yapıcı karakterdedir
Hadi onu da söyleyeyim: Cezmi Bayram‘ın yaptığı entelektüel değeri çok yüksek sempozyum, Türk Ocakları‘nın unuttuğunu hatırlamasıdır. Herkes bizimdir ve bizdendir demenin kaç türlü örneğiyle güzel bir faaliyettir. Partiler üstü bir bakış arıyorsak budur. Falan partiyle bir iş yaparsan iyisin, filanla yaparsan gece yarısı o açıklama gelir dersek olmaz. Türk Ocakları her meselesini her partiyle konuşabilir, paylaşabilir. Kılıçdaroğlu ve Kaftancıoğlu katılmışsa, Ekrem İmamoğlu bu faaliyete destek olmuşsa, Türk Ocakları görevini yapabiliyor demektir.
Mesele Canan Kaftancıoğlu ise ona da ne yanlış ne de kötü diyebilirim. Dikkatinizi çekerim: Kendi cenahlarından “Onların arasında senin ne işin var?” diyen kimse çıkmadı. Kabul edelim ki bu onun için bir riskti. Göze aldı ve geldi. Biz, Ermeni tezlerine ve bölücülüğe yakın duruşunu şiddetle eleştirdik. Ocak faaliyetine katılması o tavırların tersidir ve iyi bir başlangıç sayılabilir. Ocak, gelene gelme diyemez. Bırakın başkaları eleştirsin. Keşke diğer partilerden de gelenler olsaydı ve ocağın birleştirici rolünü tam olarak görebilseydik. Ocakların diğer faaliyetlerinde de umalım ki diğer partiler yardımcı olsun veya katılsın.
Türk Ocakları Türklük etmek için vardır. Yüzyıl önce hangi ihtiyaçla kurulduysa o öz değişmemiştir. Arslan Tekin dostumuz Yeniçağ‘da dört gün yazdı, Atatürk zamanında ocağın bütün fonksiyonlarını devlet devraldığı için kapanması ciddi bir eksiklik yaratmamıştı Bugün tam tersi bir durum vardır. Devlete Türk egemenliğini tartıştıran bir idare anlayışı hâkimdir. Çevremizde olan bitenler de açıktır. Dolayısıyla, çağımızın şartlarına göre kuvvetle Türklük edilecek zamandır. Ölçü bellidir: Türk Ocağı herkesi Türklük etmeye davet eder. Etmeyenleri dışlamaz ama karşı hareketlere karşı tetiktedir. Türklüğün aleyhinde tavır alışlara göğüs gerecek ilk ocak Türk Ocakları‘dır. Açık söyleyeyim, bu özden uzağa düşmüş görünüyoruz.
Örnek çok: Biz bu memlekette “Biz milliyetçiliği ayaklar altına aldık” dendiğinde kıyamet koparmayan milliyetçileriz. Türk yurdunda, “Kimse bana Türklükle gelmesin!” dendiğinde de ağzımızı açmadık. Ağız dolusu “Burada 37 etnik grup var” diye bağırılırken, “Türk de onlardan biridir” denirken, egemenlik hakkımıza karşı çıkılırken gerekenleri yapmadık. Dünya yeniden kurulurken ortaya çıkan büyük Türk gücünü donatacak akıl gücünü gösteremedik. Meseleler böyle sıra sıradır. Kişilerin kendi durumlarını gözeten darlığın bizi boğduğu yerdeyiz.
Konuşacaksak bunları konuşalım.