Son yıllarda sıkça hatırlatmak zorunda kalıyorduk: Devlet kurum ve kurallarla işler. Artık o kuralsızlığın daha feci bir safhasını yaşıyoruz. İstenildiğinde kurumların kapılarına kilit vurulacağını en kaba haliyle ilan eden bir dönem başladığını artık görecek ve ona göre hareket edeceğiz.
Yüksek Seçim Kurulu’nun 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı Seçimlerini yenileme kararı bu vahim sonucu kör göze gösteren bir örnekti. Olacak iş değildi. Bozulmanın vardığı yeri gösteriyordu. Aynı zamanda “Bu kadarı da olmaz!” dedirten bir onarım fırsatıydı, değerlendiremedik. Çünkü devletin içinden refleks gösterecek mekanizmalar ve belli yerlerdeki yetkililer susturulmuştu. Siyasetçiler, aydınlar da yeterince tepki göstererek yapanları yapacağına pişman edemediler. Bu sefer seçmen devreye girdi. Halk, tekrar seçimde çok kuvvetli bir cevap verdi. Son sözü söyleyen halktı ve onun önünde durulamazdı. Öyle bir cevaptı ki bu sonuca göre bir daha bu yola girilmez zannediliyordu.
Yanıldılar, yanıldık. Çünkü huylu huyundan vazgeçmiyor. Ayrıca, çok yönlü bozulmanın yaşandığı toplumlarda sökükler kolay dikiş tutmuyor. Diker gibi yapamazsınız. Sökecekleri cesaretlendirecek boşluklar, zayıf noktalar bırakmayacaksınız. İhtiraslar doymaz. İnsanların hırslarına rahatça hareket edebileceği alanlar bırakmayacaksınız. İntikam hissiyle dolmasına zemin hazırlamayacak, hazırlatmayacaksınız. Gücü kontrol edecek kuralları sıkı sıkıya gözeteceksiniz.
Devlet işleri keyfilik kaldırmaz. Esasen, hayatın düzeninde keyfiliğe yer yoktur. Her türlü keyfilik başıboşluk getirir ve batırır.
Sandığa götürü bakışlar
Sandık bir şeydir, her şey değildir. Dünyada seçim olmayan rejim pek az kaldı. Monarşilerin, cumhuriyetlerin her türünde seçim var. Demokrasilerde seçimin manası diğerlerinden farklıdır. Seçim, belli aralıklarla yönetimi devralacak iktidarı belli eder. Sandık, sadece bunun içindir. Seçilenler, kanun ve kurallara göre devleti yöneteceklerdir. Her aşamada denetleneceklerdir. Kuvvetler birbirini denetleyecek, basın denetleyecek, kamuoyu denetleyecektir.
Demokrasilerde yasama(Meclis) iktidarın her hareketini kontrol altında tutar. Eleştirir, denetler, yanlışların, eksiklerin türlü yollarla düzeltilmesini sağlar. Gerekirse, gensoruyla, güvensizlik oyu vererek hükûmeti düşürür. Yargının devreye girmesinin yolunu açar. Hukuk sistemi, yürütme(iktidar)’yi, yasama(Meclis)’yı, her ikisini birden denetler ve gerekirse cezalandırır.
Bizde bu üç güç tek güç haline gelince çarklar işlemez oldu. Son günlerde rastladığımız tartışmalara da bu açıdan bakmak lazım. Birilerinin seçim kazanmayı, her istediğini yapabilecek bir ruhsat sayması bu sonucu getirdi. Kuralları hatırlatarak “Bunu böyle yapamazsın!” diyenlere, “Ben seçim kazandım” dendiğini görmek normal hale gelmeye başladı. Hatta ne olursa ona karşı bunu söyleyecek koca koca adamlar ortalığı sarmış görünüyor.
Demokrasinin ‘bitki hayatı’
Nebati nam bakanımızın incileri bu konunun ışıltılı örnekleridir. Saatlerce rötar yapan uçağa bindiğinde yaşananları kamuoyu şaşkınlıkla izledi. “Neye itiraz ediyorsunuz, uçağa en son bakanlar biner. Tayyip Bey seçim kazandı. Kabul edin!” demişti. Başka söze gerek yoktur. Geldiğimiz yer buysa, bundan daha açık itiraf aranmaz. “Rötarla bunun ne ilgisi var?” demeyin. O kafa böyle çalışıyor. Hiçbir konuda ona ”Yanlışın var” diyemezsiniz. Seçim kazanmayı böyle anlar. “Ben hata ettim, affedersiniz!” demeyecektir. “Sen bize karşısın da onun için eleştiriyorsun” diyecektir. Hareketine bakmayacaktır. Doğru ve yanlışa bakmayacaktır. Onun tek doğrusu vardır. Başka bütün doğrular yanlıştır. Abarttığımı düşünenlerin etraflarına bakmalarını rica ederim. Aynı örneğe göre söyleyeyim, Erdoğan’ın, partililerin, destekleyici dev medya kuruluşlarının Nebati’ye karşı bir cümle ettiği duyulmadı.
Öyleyse denecek belli
Bu yol yol değildir efendiler! Kimseye fayda sağlamaz. Devlet kurum ve kurallarla işler. Binlerce yıl böyle yaşadık. Böyle ayakta kaldık. Böyle yükseldik. Dünyayı böyle yönettik. Düştüğümüz yerden böyle kalktık.
Yine kalkacağız! Büyük tarih bizi bırakmaz. Bu sapa yoldan tez zamanda vazgeçeceğiz. Seçim kazananların “Ben yaptım oldu” tavrına rağmen bu yoldan dönülecektir. Kişiler bir dereceye kadar önemlidir. Kurumlar ve kurallar esastır. Bunun aksini söyleyen bilerek bilmeyerek düzensizliğe, kanunsuzluğa ve keyfiliğe çanak tutar.
2010’dan itibaren yaşadığımız Referandumlar buna yol açtı. Ne olduğu kimse tarafından hâlâ bilinmeyen Cumhurbaşkanlığı sistemi buna yol açtı. Geldiğimiz yer açık: Yıkıyor, yapamıyoruz.
Kısa zamanda neleri kaybettiğimizi göreceğiz ve bu yoldan döneceğiz. Kayıp hazine budur.
Kötü tercih
Ne yazık ki yaşadığımız dönemin özelliği kamplaştırmadır, ayırımcılık ve bölücülüktür. En kötü tercih budur. Bu tür bir “Böl yönet!” anlayışı millî devlete terstir. Ayrıştırıcılık üniter yapıya, dahası millet tarifine, kederde sevinçte, tasada kıvançta birliğe aykırıdır. Düşman işinden öte düşman işidir. Bunu duyuran bir siyasi ve fikrî ortamdan uzağa düştük.
Seçim sonunda bütün partilerde kaynama var. Değişim şart diyenlerin ne yapacağını göreceğiz. Böyle parti içi, cemaat içi, fikirdaşlar arasında tartışma-müzakere-tenkit vesair çıkışlarla, normalleşmeye hizmet edileceği açık. Son günlerde böyle gelişmeler var ve ümit veriyor. Hiç su sızdırmayan AKP’de de aykırı görüşler ve sesler duyulursa iyilik baş gösteriyor demektir. Belki de en önemli gelişme bu olacaktır. Yoksa parti bu haliyle memleketi daha beter bataklara sürükleyecek gibi görünüyor.
Eleştiri yol açar da..
CHP’de tenkit zaten vardı. Gerçi orada her zaman konuşan kliklerdir. Kendi aralarında sert ve keskin tartışmaktan çekinmezlerdi. Muhtevaları sığ ve yalınkat da olsa kıyasıya eleştirirlerdi. Bölünmeleri, hiziplere ayrılmaları bu eleştirilerden doğan bir sonuçtu. Aşırıya gitmeleri en büyük problemleriydi ve kaybettiriyordu. Bugün, lider sultası altında yaprak kımıldamayan siyasi partilere bakınca hiç olmazsa eleştiri vardı ve hâlâ bir şekilde devam ediyorlar, diyenler çıkar. Eksiklik tartışmaların verimliliğindedir. Kişilerin ve hiziplerin değil, fikirlerinin tartışıldığını görürsek orada da verimli bir alan açılacaktır.
MHP de, diğer partiler de konuşulabilir ve içerden tenkit edilebilir hale gelirse az çok demokratik bir hava yakalarız. Konuşabilmeyi ve eleştiriye katlanmayı, fikir söylemeyi öğrenebilmek gerek. Bu zor dönemeci belki böyle aşarız. O zaman çatışmalar da yumuşar, nefes almaya başlarız. Ve herkes için, memleket için yeni ufuklar açılması zemini doğar. Yeniden demokrasiyi o zaman konuşabiliriz.
Yoksa tıkanıyoruz.