“Yaşama kültürü“ aynadır. “Niye böyleyiz?“ diyen, insanımıza ve nasıl yaşadığımıza bakarsa görür. Aynaya hohlamamışsak resim gayet nettir. İnsan malzememiz bozuldu. Politikacıların, önde gidenlerin, özellikle iktidarın, gücü eline geçirenlerin namuslu davranmalarını bekliyorsak, kendi kalitemize bakacağız.
Derin acıyla söylüyorum, doğrulara bağlı yaşamanın kaybettireceği düşüncesi çoktandır içimizde yer etti. İyiyi, güzeli, doğruyu sevmediğimiz söylenemez, yanlışa direnemedik. Büyütenler tepedekiler olsa da kabahatin tek adresi yok. Bu bozgunda geniş halk tabakalarının gerekçesi açıktır: “İş-aş, evlâd ü ıyal derdi var” diyerek direnemediler, sapa gittiler. “Herkes yapıyor” deyince de yanlış davranışı, kabahati, suçu meşrulaştırdık. Bize benzeyenleri seçtik. Gücü kullananlar da, ellerindeki malzeme de budur ve bileceğiz ki buradan ahlâk çıkmaz.
Kökümüz çürük değil
Kötüyü ve kötülüğü normalleştirme muhtemelen böyle başladı. Yoksa maya sağlam. Torosların tepelerine, yeni hayata az karışmış dağ köylerine bakın orada bizden epeyce başka insanlar, yaşayışlar göreceksiniz. Kök değerlerin aslı değilse de yansıması onlardadır. Nesilden nesile geçen sağlam ölçülerle yaşıyorlar. Yüksek bir hayat görüşleri var. Tabiatın dilini anlıyorlar. Bizim gibi olana bitene şaşmıyorlar. Dar hayatlarının binbir zorluğu içinde yalpalamıyorlar. “Oğul, dünya bizim isteklerimize göre dönmez. Olacak işe bakın siz...” derler. Hayat filozofudurlar.
Elbette şehirlerde hayat karmaşıktır. Çok yönlü ilişkiler, bağlantılar, aile ve çalışma düzenleri değişiktir ve zamana göre değişme-değiştirme potansiyeli taşır. Yalnız, hayatı anlama şeklen başkalaşsa da o sadelikle canlı bir irtibat vardır. Yakın zamana kadar vardı. Bir milletin fertleriysek, gidiş yönü ve temel değerler aynıdır. Kurallar iyi belirlenmiş ve uygulanıyorsa, milletin birlik hamuru iyi karılmışsa her durumda bir türlü birlik görülür. Buradaki bozulmayı yahut kaymayı ve memleket sosyolojisini iyi bildiğimiz kanaatinde değilim.
Zihnim bazı düşüncelerle güreşerek yürüyor. Bazen en ileri dediğimiz medeni yükselişler, o sadeliklere dönmek ister. “Yaptıklarımız bizi tabiatin özünden ayırmış mıdır?“ diyen her sancılı zihin böyle bir sadeliği arar. Hatta köklü arızaları fark eden vicdanların bu tür sığınışları kaçınılmazdır. Büyük filozofları, şairleri, yazarları böyle bir arzu her zaman yoklar. Sebebi, karmaşık, sahteliklere bulaşmış yaşama şekillerini, o düzen içindeki insanı ve toplumu iyiden iyiye rahatsız edici bulmalarıdır. Böyle bir derinlikle yaşasak bize bunu anlatacak o büyükler bizim içimizden de çıkardı.
Hâsılı, arınma ihtiyacını duyuracak kadar tatsız durumlarda mıyız derseniz, buna hayır diyemem. Bozulma iyiden iyiye arttı. Halkın sade hayatının küçük kurnazlıklar ötesinde bu sahteliklere bulandığını görüyorsanız endişelenirsiniz. En azından bir “yaratıcı inziva” fikri zaman zaman sizi yoklar. Dağlarda, ormanlar içinde, bir su başında, insan eli değmemiş güzelliklerle yaşamak istersiniz.
Kaçmakla kurtulunmaz
Benim gibi modern hayata bağlılardansanız işler büsbütün zorlaşır. Dediği ile ettiği bir olanlardanım diyerek kenara çekilmek olmaz. Sebebi açık, en basit düşünceyle kalabalıkların ruhuyla yaşıyoruz. İfsad edilmiş kalabalıkların… Bozguna mecburiyetle veya bile isteye katılmış kalabalıkların. Benim güzel insanlarım böyle bir salgının tuzağında başını oraya buraya vura vura ilerlerken ben de içlerindeyim. Görüyorum, duyuyorum, biliyorum. Yaranın biri iyileşmeden diğerine düşüyor. “Bu da böyle olsun“ dediği böyle üçüz beşiz doğurdu. Kötülükler amansız bir virüs gibi çoğaldı. Etrafı sardı, görüyorum.
Salgın günlerinin amansız yalnızlığı içinde bu hücum durmaz. Dünyalar üstünüze üstünüze gelir. Dürüst olmanız çok değerlidir ama rahatlamaya yetmez. Çünkü derdiniz kendinizle sınırlı değildir. İmkân ve fırsat bencili olanlar, kötülüğe yenilenler, giderek yanlışı doğrunun yerine koyanlar içinde “O niye böyle de ben değilim; o niye faydalanıyor da ben faydalanamıyorum“ diyen bir ahlâkî bozguna gelmişsek işimiz zor. İnsanoğlunun meyli iyiliğe ve doğruluğadır. O duyguyu boğarsanız toplum buraya adım adım gelir. Ve geldi. Benimsenmiş bir arıza hayatımıza böyle kondu.
Ben güya siyasetin dilini yazmak için oturmuştum. Özellikle gücü eline geçirenlerin dedikleri ile ettikleri arasındaki uçuruma ve bunu icra ediş hoyratlıklarına dokunacaktım. O kongreye takılıp kaldım. Gülüş oynayış içinde şehid anasını telefona bağlatmak ve… Kanım dondu!
Bunları konuşamayan ve kamu vicdanında mahkûm edemeyen, “bu nasıl iş?” diyemeyen bir toplum haline geldik. Şehidler bize bunun için ağlasın!
Artık, Türk Milleti için değişmez gündem, bu değer tanımazlıkla battığımız çukurdan nasıl çıkacağımızdır.
Kaynak: Yeniçağ