Beynun Hanım, İstanbul Hanımefendisi’ydi. Meşrutiyet aydınlarının devamcısı bir aydındı. Doğu ve Batı kültürlerine aynı seviyede hâkimdi. Saraylı veya konaklı havasında, imbikten süzülmüş bir zarâfetle, hayranlık duyulacak bir vakar ve incelikteydi. Kolay edinilecek bir şahsiyet ve karakter değildi.
Beynun Akyavaş, öğrencilik yıllarımızın Dil Tarih’inde her bakımdan öne çıkan bir isimdi. Fransız Filolojisi hocasıydı. Eski Fransızca okuturdu. Dil meselelerinde bilgisi, bakışı, görüşü itibariyle bildiklerimizden farklı bir derinliği vardı. Onu öne çıkaran sadece bilgisi değildi. Hâli-tavrı, duruşu-oturuşu, konuşması-görüşmesi, kısadan söylersek yüksek muaşeretiyle (görgü) muhteşem bir insandı. Kaybolan değerlerin şahane temsilcisi modern bir kadındı.
Beynun Hanım, İstanbul Hanımefendisi’ydi. Meşrutiyet aydınlarının devamcısı bir aydındı. Doğu ve Batı kültürlerine aynı seviyede hâkimdi. Saraylı veya konaklı havasında, imbikten süzülmüş bir zarâfetle, hayranlık duyulacak bir vakar ve incelikteydi. Kolay edinilecek bir şahsiyet ve karakter değildi.
Hiç evlenmemişti. Farkı görünüşünden de hemen fark edilirdi. Saçları gür ve her zaman yapılmış görünürdü. Güzel giyinirdi. Belki fakültenin en güzel kadını değildi. Fakat en güzelden güzeldi. Dimdik, kararlı ve hedefe ayarlı yürüyüşüyle hayranlık ve saygı uyandırırdı.
“KAVGA GÜNLERİ”NDE ANLATTIM
Prof. Dr. Beynun Akyavaş’ın bendeki yeri özel bir sebeple de pekişmiştir. Erzurum’da bir yıl okuduktan sonra 1974’te Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne geçişimi o sağlamıştır. Bizimkiler, beni Tarih Bölümü asistanlarından Kâzım Kopraman’a yönlendirdiler. O Hoca’yla konuştu ve bölüme kabul edildim.
Sonrası Anarşi yıllarıydı. Filoloji binasının katları benim gibi milliyetçi bilinenler için tehlikeliydi. Buna rağmen derslerini kaçırmamaya çalışırdım. Çünkü diğer hocalardan farklı hali-tavrı yanında ders anlatışı da farklıydı.
Öğrenci hareketleri ve kavgalar yanında dil üzerinden kutuplaşmaların da sertleştiği zamanlardı. Bölüm başkanımız Bedrettin Tuncel, arı Türkçe kampındandı. 1940’lardaki tercüme komisyonunun üyelerinden ve başkanlarındandı. Yaşı epeyce ilerlemişti. Derslerine asistanları girerdi. Zaman zaman kendisi de gelir ve muhakkak dil konusunu açardı. Tek tek hepimizin tepkisini kontrol ederdi. “Eski”ye çatmak için kendince dialoglar yazar ve oynardı.
Bir defasında, “Şu bizim Cüneyt Gökçer’e Bay ve Bayan sözcüğünü bir türlü beğendiremedim.” diyerek söze başladı. Sonra bir kıza yanaşarak, “Bir gezintiye çıkalım mı Bayan?” gibi bir cümle kurdu. “Ne kadar güzel değil mi?” diyerek onay bekledi. Diz çökmeye çalışarak söylemişti. Arkadaşlar bu oyuna gülüştüler ve hararetle desteklediler. Ben diş ağrısından perişandım, gülemedim. “Sen neden gülmüyorsun? Yoksa Selametçi misin?” dedi. Hayır diyerek verdiğim cevapları ve arkadaşların “değil” demelerini dinlememiş ve ısrarla üzerime gelmişti.
KÜLTÜR DEVAMCISI BİR BÜYÜK İSİM
Bedrettin Tuncel’i özellikle andım. Benim için ikisi iki uç örnekti. Biri yeni bir millet yaratma hevesine kapılan, düşünceleri muğlak, hayata oturmayan bir kurguyu savunan isimdi. Tartışmaya açık değildi. Biz dedik öyledir ve böyle olacak diyenlerdendi. Beynun Hanım, o kurguya uzak bir aydındı. Türk’ün tarihini bütünüyle benimsemiş, derinliğine bilen ve seven bir aydındı. Hem Osmanlıydı, hem de Cumhuriyetçi. Dolayısıyle dil ve kültür anlayışları da bazı açılardan taban tabana zıttı.
Bu iki hocanın kültürlerinin, bilgilerinin, görgülerinin, yorumlarının farklılığı ders verişlerine de yansırdı. Beynun Hanım, dersin konusu ne ise 25 dakika Fransızca anlatırdı. Kalan 20 dakikayı dile, kültüre ayırır ve Türkçe konuşurdu. Her dilin birbirinden kelime aldığını, dilin sesinin ve mimarisinin aldığı kelimeyi kendine benzettiğini anlatırdı. Bizim dilimiz de büyük tarihin büyük milletlerinden birinin diliydi. Kelime alınır verilirdi. Örneklerle anlatırdı. Fransızca lâle manasındaki tulipe kelimesinin Türkçeden alındığını da ilk ondan duymuştum.
ÜLKELER KAYBETMİŞ BİR NESLİN HİKÂYELERİYLE BÜYÜYENLERDEN
Beynun Hanım, Paşa torunuydu. Beş Osmanlı başbakanının (sadrâzamının) yâveri bir babanın kızıydı.
Babası A. Râgıb Akyavaş, imparatorluğumuzun son yıllarındaki bütün felâketleri görmüş ve yaşamıştı. 1912’de teğmen olur olmaz, Balkan Harbi’nden başlayarak geçirdiğimiz bütün savaşlara katılmış, beş yerinden yaralanmış bir gaziydi. Sonra Hukuk’u bitirmiş, hâkimlik etmiş ve en son gazeteci olarak yıllarca yazarlık etmişti.
Türkçesindeki tat, Bengü Taşlar’dan Dede Korkut’a, Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’inden Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâmesi’ne, Yahya Kemal’e kadar uzanan yaşama ve yaratma geleneğine bağlanan bir kalemi işaret eder. Beynun Hanım, babasının yazılarını büyük boy on iki cilt hâlinde yayınladı. Bu eserler, hem yakın devrimizin, hem hayatımızın, özellikle de İstanbul’umuzun çok canlı birer levhasını verir. Yer yer birçok ismin, mesela Salâh Birsel’in örnek aldığını düşüneceğiniz esprili bir dili vardır. Kolay okunur. Karar yazarı Taner Ay dostumuz, bu eserlerin değerini en iyi anlayacak ve anlatacaklardandır.
TÜRKÇESİ MUHTEŞEMDİR
Beynun Hanım da babasından el almış gibidir. O kadar şuh ve yer yer mûzip bir Türkçe kullanmaz, İstanbul edalı, haşmetli devirlerimizi andırır, eskiye bağlı yeni bir ses ve sağlam bir dil zevkiyle yazar. Maalesef az yazmıştır. Seni Seven Neylesün ve Sultanîyegâh İstanbul kitaplaşmış yazılarıdır. Az sayıdaki tercümeleri de pek güzeldir.
Edmondo de Amicis’in İstanbul 1874 adlı seyahat eserini, hârikulâde bir Türkçeyle ilk o tercüme etmiştir. Galiba 1981 olacak, Kültür Bakanlığı’nın Millî Kültür dergisinde uzun bir yazı yazmıştım. O yazıda, bu eseri kaleme alındığı dilde okuyanlar, muhtemelen bizim kadar zevk almamışlardır. O kadar güzel bir Türkçesi vardır. İşte bu dil büyük bir kültürün dilidir, demiştim.
İşte bu Beynun Hoca sessiz ve vakarla yaşadığı verimli ömrünü 20 Mayıs 2025 tarihinde 93 yaşında tamamladı. Biyografisi yazılacak aydın ve nümûne-i imtisâl (örnek, rol model) insanlarımızdandır. Bugün için öyle bir değerin yetişmesi ihtimali, ilk önce kültür çevresi ve ortamından dolayı yoktur.
Kıyaslamak için demiyorum, yakın akrabası büyük ressamlarımızdan Erol Akyavaş kadar tanınmaz, bilinmez. Sağlığında Üsküdar Belediyesi’nce Çengelköy’e doğru bir caddeye adının verilmesi güzel bir vefa örneğiydi. Bu kadarla yetinmek olmaz. Keşke öğrencileri, görenler, tanıyanlar -mesela çok görüştüğü Ali Birinci– hakkında yazsalar. Çünkü -tekrara düşmek pahasına söyleyeceğim- Beynun Akyavaş, yazılara, kitaplara ve milletin hafızasına kazınacak isimlerdendir.
Aziz Hocamın aziz ruhu şâd olsun!