Aynı yöne bakmak ve yürümek için bu temel şarttır. Artık, aynı yola farklı yollardan gitmek mesele değildir. Birlik ancak böyle bir şuurla sağlanır. Bu yoksa birlikten bahsetmek tam manasıyla bölücülüğe ve yıkıma döner.
Zaman bir bütündür. Bizim yaşama gereği bölümlediğimiz ve böldüğümüz haliyle de bir bütündür. Dolayısıyle anlamak için bugüne ve geleceğe olduğu kadar geçmişe de bakacağız. Bizi biz yapan o geçmişin denetleyici gözleri her zaman üzerimizdedir. Geçmişimizle varız. “Tarihe hesap vereceğiz” derken, yazılacak geleceğin tarihi kadar cedlerimizin geçirdiği uzun ve çetin asırları da kastediyoruz. Biz oradan ve –düşünürsek- onlarla geldik. Tarihin bize yüklediği ağır sorumlulukların çocuğuyuz. Bilirsek böyledir ve bize bir vatan bağışlayanların bizden bekledikleri ve hayatlarının gayesi ülkülerinde de görünen budur.
Ana babalarımız bizi bu hayatta öksüz ve yetim bırakarak gittiklerinde vatan annenin kollarıyla sarılırız. Zamanın sis perdesi yerleşince, gidenleri destan ve masal tadında anarız. Gidenlerin mirası, dünyaya gelme sebepleri, ana babaların tarihin uçsuz bucaksız deryasında tarih oluşu, maşerî şuura millet ve devlet prizmasından görünür. Bu şuura karışmak önemlidir. İnsanlığın yegâne gerçeği bu değilse de en hakîkî ayna budur. Türklük için bu büsbütün başka manadadır; “töre”nin töresidir.
Değişme esastır
Aynı yöne bakmak ve yürümek için bu temel şarttır. Artık, aynı yola farklı yollardan gitmek mesele değildir. Birlik ancak böyle bir şuurla sağlanır. Bu yoksa birlikten bahsetmek tam manasıyla bölücülüğe ve yıkıma döner. Devlet yönetenleriniz bu bütüne katılacak bir ruh ve şuurda olmazlarsa bocalarsınız. Türkiye’nin son yıllarını bu açıdan da okumak lazımdır. Yeni bir millet inşası, tarihi değiştirmek Don Kişotluğudur. Bu olmaz işe girişenler vardır. Zavallılıklarıyla tarihin küflü malzemeleri arasında ilk elenecekler arasındadırlar.
Değişme esastır. Değişen zamandır ve zamanın görüntüleridir. 1400 yıl öncenin hayatı bugün yaşanamaz. Ne giyim kuşamı, ne yeme içmesi, ne binekleri, konakları, evleri eşyaları bugünde geçerli olabilir. Bugünün hayatı bugüne göredir. Değişmeyen öz varsa değerlerdir. Bugüne taşınacak onlardır. Arabın kıyafeti, yâlellisi, çöl hayatı bugünde din sanılarak yaşatılamaz. O orada, tarihte yaşandığı yerde kalacaktır.
Her gelen nesil, değişmelere, malzemeye göre kendi giyim kuşamını, yeme içme alışkanlıklarını, oturup kalkma şekillerini ve görgülerini yaratacaktır. Avret yerlerini yaprakla örten insanın giyiminden bugünlere en sık değişen giyimdir. Değişmez giyim tarif edenin yaşadığı zamanla irtibatı kesiktir. Buna takılıp kalan yaradılışın sonsuz çeşitliliğini ve kaçınılmaz değişmelerini inkâr etmekle burnunu kuma sokar ve o kumda kurur kalır.
Zamanı doğru okumak
Zamanı doğru okumak gayretine girildiğini her zaman görmeyiz. Giren de her zaman doğruyu yakalar denilemez. Bu gayrete girilmediğinde en çok görülen şudur: İnsanoğlu kuru bir şeklin tapınıcılığına girer. Putlar böyle oluşur. Putun olduğu yerde teklik kalmaz, tanrılar doğar ve kavga ederler. Putçulukta kavga ve kavgacılık kaçınılmaz ideolojik tavırdır. Modern zamanların kavgacılarına bakın, göreceğiniz putlarıdır.
Mümkün olsa ve eskilere yaşadıklarımızı anlatsanız acaba ne düşünürlerdi? Putçuluğu keşfeden veya etmeyen, bilen veya bilmeyen herkesin, hepsinin “Ne olmuş bunlara?” diyeceği kesindir. Bu kadar ayrışmayı ve ayrışma konularını onlardan devraldığımız yanlışlarla da bağdaştıracak örnekler yoktur. Frenk tabiriyle “paralize olmuş bir toplum yapısı” onlara yabancı gelir. Bizde halkın ölçüsü sağlamdı. Devleti yönetenlere kızsa da, zaman zaman isyan edenleri çıksa da düzene uymak esastı. Ordu ve devlet fikri yukarda tutulurdu. O bağlılık iman derecesindeydi.
Sosyal anlaşma varsa mesele yok
Yakın devrin göçenlerine bakarsak, ana konularda genel kabul vardır. Dünyanın en büyük gücü olduğumuz devirlerde Frenklerin sosyal kontrat(Contrat sociale) dedikleri ortak değerlerde anlaşma tamamdır. O olmadan dünyaya hükmedemezsiniz. O dönemlerde toplum ve fikir-sanat hayatı canlıdır. Anlaşmazlık konuları bellidir. Medrese tekke çekişmesi tatlı-sert devam eder. Temel meseledir. Sonra medrese yeni mektep ve yeni hayat tartışması vardır. Vatan fikrinde, medresenin din üzerinden beynelmilelciliğine rağmen değişme dönüşme yoktur. Medrese, resmî öğretime hakim olmasına rağmen keskin görüşleriyle marjinal kalır ve o tür grupların hakimiyetindedir. Hayata hâkim değillerdir. Düşündürmek için abartacağım: Ayrı bir cemaat ve camia halinde milletin değerlerinden uzak yaşayan adı ümmet olan bir topluluğun hayalcisidirler.
Asıl manasında dünyaperest oldukları birçok olayda görülür. Kritik zamanlarda devleti milleti zora sokmalarına şaşılmaz. Nitekim düşman safına geçenleri de görülür. Cihan Harbi’nde ve Türk İstiklâl Harbi’nde İngilize uşaklık edenlerin yüzde doksanı onlardandır. Sonra kalkıp Gazi Mustafa Kemal’e “İngiliz Kemal” diyenler de onlardır. Bunları iyi analiz edecek, insan, toplum ve millet psikologlarına, çok yönlü bakabilen sosyologlara ihtiyacımız var.
Ya şimdi?
Uzun uzadıya tahlile girişecek değilim. Giriş satırlarında diyeceğimi dedim. Şimdi örnekler üzerinden yazdıklarımı hatırlatmakla yetineceğim.
29 Aralık’ta, “Son ayın üç olayı rapora girecek yüzlerce maddenin özünü ve özetini verir” demiştim. Onları bilmek ne halde bulunduğumuzu anlatmaya kâfidir:
“1. Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı alt mahkemenin uygulamaması tek başına bir çöküş görüntüsü. Hukuk yoksa hiçbir şey kalmaz. Nitekim kalmadı.
2.Galatasaray ve Fenerbahçe, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılının süper kupa maçını bugün Suudi Arabistan’da oynayacak.
3. Hakeme yumruk atarak yere düşünce tekmelenmesine sebep olan Ankaragücü başkanı, 15 gün yattıktan sonra dün tahliye edildi. İçeri girerken bir grup taraftar lehine tezahüratta bulunmuştu. Çıkarken bir kahraman gibi karşıladılar. Suçu ve suçluyu alkışı normalleştirenlere kimse bir şey demedi.
Adam attığı nutukta, “Vurdum da durduk yere mi vurdum?” demeye gelen laflar etti.
Ne doğru dürüst bir özür, ne pişmanlık, ne utanma…
Okuyucularım bilir. Her şartta iyimserim ve ümidim diridir. Dün bu manzarayı görünce ümide açık gönlüme bu manzarayı göstermemek için direndim, başaramadım. Beynim, zihnim, aklım, dimağım.. bildiğim bütün düşünce merkezleriyle, her zamanki gibi çetin muhakemelere girişiyordu.
Sonuç belliydi. Yenilmedim, yenilmeyeceğim.. ama bu kahroluşu hissetmemek mümkün değil.
Ziyâ Paşa merhumun o beyti içimde durmadan devrederken tokat gibi yüzüme çarpıyordu.
İrkilerek söylemeden edemedim:
Cânân gide rindân dağıla mey ola rîzan
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde?”
Riyad’da Yüzüncü yıl kupa maçı
İkinci maddede, 29 Aralık itibariyle maçın oynanacağını yazmışım. Dünyada plan program her zaman aynı şekilde işlemez. Doğu’da, Ortadoğu’da büsbütün öyledir. Bizde Doğu Batı arasıdır. Yalnız, bizim sürprizlerimiz çoklarının hesabını altüst edecek kadar sarsıcıdır. Dediğim gen ve kan icabıdır. Biz bu milleti hizaya getirdik dendiği anda beklenmedik bir şey olur ve hesaplar suya düşer.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında bir süper kupa maçını Suudi Arabistan’da oynama kararı, her bakımdan yanlıştı. Onur kırıcılığın ötesinde bir işti. Devlet millet bilmezlikti. Hatta bazılarına göre yüz kızartıcı bir işti. Sebep olanları lanetlemeye çalışmak da yetmezdi. Bir daha böyle bir işe girişilmesini akla getirecekleri bile ininde mahkûm edecek bir tepki gerekiyordu.
Biz bunu yapamadık fakat talihin oyunu son anda bizi kurtardı. İki futbol klubümüzde bir uyanma yaşandı. Evet düpedüz öyleydi. “Biz, bu yüzüncü yıl maçını Türkiye’de nasıl oynayacaksak burada da aynı şartlarda oynarız ve aynı zamanda bir kutlama yaparız” dediler. Suudilerin engeliyle karşılaşınca sahaya çıkmadılar ve ülkeye döndüler.
Niçin akıllarına son günlerde bu düşünce geldi? Niye önce aldıkları kurul kararlarına göre biz başka ülkede oynamak istemeyiz demediler? Halkın tepkisi de bu maçın ülkemizde oynanması yönündedir, yakışan da budur.. demediler.. bunları tartışan tartışsın. Ben bu olağanüstü çıkışın kırılan haysiyetimizi onarmasına bakarım. Bizi bu zilletten kurtarmasına bakarım. Gücü her şeye yetenlere “işte bunu yapamazsınız” diyen o millî şuurun şahlanışına bakarım.
Yanlış hesap
Bir futbol maçının bu kadar büyütülmesi ve çıkan sonucun şuur patlaması sayılması doğru mudur? Evet, doğrunun doğrusudur ve yapanların değerlendirmelerinden daha derin bir anlayışın eseridir. Bu işte yaradılış kodlarımızın emrini yerine getirme vardır. Bunu bilmeden, fark etmeden de tam o şuurda davranılır. Millet olmak, devlet olmak, hele hele Türk olmak böyle mucizeli bir iştir. Nereden nasıl bir ordu sevk edeceği ve varlık sebebine kastedenleri nasıl çarpacağı bilinmez.
Türk’ün gafleti yamandır. Bundan faydalanabilirsiniz. Fakat hiçbir zaman onu dize getirdiğinizden emin olamazsınız. Dediğimi zevkle tekrar edeceğim: “Yanlış hesap Bağdat’tan döner.” diyen atalar sözü yamandır. Döner, döndürülür, döndürürüz. Riyad’dan dönen yanlışa iyi bakmak lazımdır. Orada sadece Galatasaray ve Fenerbahçe yoktu. Türklüğün yaradılış kodları devreye girdi. Girer. Hevesi kursağında kalacaklara ders olsun!
Türklükle oynanmaz!”