Cumhuriyet‘in, yeni bir rejim olarak Osmanlı‘ya mesafesi anlaşılabilir bir durumdu. Tarihe bakışını uzaklara çevirmesi hem rejim değişikliğiyle hem de İmparatorluktan millî devlete geçişi düzenlemekle ilgiliydi. İçinden çıktığı tarihi reddetmek değildi. Atatürk‘ün ömrü vefa etse zaman içinde dengeleneceği belli, dereceli bir tercihti. Dine mesafeli görünmesi de dinle ilgili değildi. Osmanlı Türkiyesini zora sokan, her yeni hamlede “istemezük“lerle devletin elini kolunu bağlamaya çalışan, enerjisini alan medresenin temsil ettiği yaygın ve yanlış din uygulamasının zararlarını gidermek içindi. Atatürk‘ün gerçekçi bakışı ve planlı hareketleri bunu düşündürüyor. Ahmet Hamdi Yazır‘a Elmalılı Tefsiri‘ni hazırlatması ve Ahmed Hamdi Akseki‘ye İslam Dini, Ahlak dersleri ve Askere Din Kitabı gibi temel eserler yazdırmasını iyi düşünmek lazımdır. Atatürk devri kültür politikası tekrarlananların aksine böyle dengeli derinliklerle anlaşılmalıdır.
Türkiye, Atatürk‘ün ölümünden sonra yeni bir rotaya girdi. Doğrudan doğruya Batı Rönesansının kaynaklarına yöneldi. Ders kitapları değiştirildi. Millî kültür vurgusu zayıfladı. 1940’ların başlarında Cumhurbaşkanlığı danışmanı Nurullah Ataç‘ın uç ve uçuk fikirleri iktidardadır. Bu iyi yetişmiş, değerli adamın zihni daima dalgalıdır. Müslümanlığa mesafelidir ve din değiştirmeyi bile gündeme getirir. Batı hümanizmasına hayrandır. Güya Öztürkçecilik gayretiyle Ata olan soyadını Ataç yapar. Arapçadır diye yazılarında “ve” bile kullanmaz.
Burada, insan denen meçhulün ve toplumların arızalı bir yönelişini hatırlamanın yeridir: Necip Fazıl ve Nurullah Ataç türünden alacalı karakterler insanlara cazip gelir. Devlet işi, uygulanacak fikirler, hayata, dünyaya ve gidişe uygunluk başka iştir. Dolayısıyle fikirleri iyi sonuçlar vermez, vermemiştir.
Değişkenlikler
İnönü devri kültür politikası Nurullah Ataç çizgisinde devam edemezdi, etmedi. 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında değişmeler vardır. 1944 Türkçülük-Turancılık Davası da böyle bir fikir değiştirme hamlesinin sonucudur. Çok partili düzene hazırlıklar sırasında da değişmeler vardır. Türklük fikri her zaman güçlüdür, Türk’e yüklenen vasıflar ve nasıl bir insan yetiştirileceği değişir. Bütün mesele buradadır ve hala halledemediğimiz bir problemdir.
Bir toptancı bakışımıza daha bakmak gerekecek: Aslında, tek parti CHP, her anlayışın temsil edildiği parçalı bir bütündür, bir koalisyondur. Her görüşten insan oradadır. Karşı olunduğu veya ihmal edildiği düşünülen bazı görüşlerin de belli ağırlıklarla temsil edildiği, zaman zaman öne çıktığı dönemler vardır. Mesela, dini hayatın sınırlanmasından ve din adamı yetiştirme ihmalinden vazgeçen de CHP’dir. İmam Hatip Okulu ve İlahiyat Fakültesi 1948 ve 1949’da açılmıştır. Diyanet İşleri başkanları devrin en iyileridir: Şerafeddin Yaltkaya ve Ahmed Hamdi Akseki. İsteyen bugünle kıyaslayabilir. Bir daha söyleyeyim: 1944’e rağmen Türkçülük de kuvvetli bir damardır. Recep Peker, Şükrü Saraçoğlu gibi bugün için ırkçı denebilecek keskinlikte Türkçü başbakanlar vardır. Demem o ki 12 yıl aynı çizgide değildir.
Bu manzaradan çok partili hayata geçtik. 1950’lerde fikir ve sanata mesafeli bakışı, ilgisizliği, gafletleri ayrı değerlendirmek lazım. Bir gerçeği belirtmekle yetineceğim: Menderes hükûmetlerinin kültür derdi yoktur. Sıkça söyleyeceğim bir temel yanlışı onlarla başlatmak doğrudur. “Sağ” denen karışım içindekilerin kültüre bakışı soğuktur. O alan batı kültürüne yakın ve yatkın sola bırakılmıştır.
Sol “çatışma kültürü”yle yetişir
1960-1980 arasında, kurulu düzeni değiştirmek hedefinde okumuşlar arasında büyüyen sol hâkimiyet, kültürle pekişen bir karşı duruştur. Millî kültür unsurları, devlette ve toplumda sistemli şekilde işlenmediği ve devlet hayatında yer verilmediği için geri plandadır. Şifâhî kültüre dayalı yaşayış ölçüleri de kaybolmak üzeredir. 1970’lerde iyice açığa çıkan budur ve teşkilatlı halde millî kültüre uyanışları tetikler. Kültür iktidarı bir süredir batıcı sola geçtiği için millî kültür adına yapılanlar tepki gibi görünür.
Anlayacağımız galiba şudur: Solun devlet düzenine tepkisinden ziyade bin yılların kültürüne ve tarihe karşı tutum alması durumu değiştirdi. Fikir ayrılıkları keskinleşti. Kavga büyüdü. Milliyetçilerle solun kavgasından din üzerinden hareket edenler faydalandı. İslamcı cemaatler, merdiven altı hizipler doğdu. Siyasi hareketler çıktı. Devlet içinde kazandıkları ağırlık gitgide arttı.
Şimdi çatışma çeşitlendi. Büyük kavga, perdeli-perdesiz dinci hizipler arasındadır. Sonra, onlarla henüz tam yıkılmamış yerleşik nizamın değerlerinin savunucuları arasındadır. Dincilikler, milliyetçilikler ve sol anlayışlar arasındadır. Keskin ayrılıklarla ilerleyen çatışmalardır. Ve asıl kamplaşma, fikirden çok nasıl bir hayat yaşayacağımız üzerindedir.
Biliniz ki bölünmenin en zorlusu budur.
Kaynak Yeniçağ