Bugün, gecikmiş bir halleşmeye gireceğim. Bazı okuyucularım, “Senin yazıların çok yüklü. Gazetede yazıyorsun; biraz hafifletsen iyi olur…” diyorlar. “Aman bozma!” diyenler daha çok. Nasreddin Hoca gibi her iki gruba ve aradaki diğer görüşlere ayrı ayrı “Sen de, sen de haklısın!” diyorum. Dikkatimi diri tutuyorlar, memnun oluyorum.
Daha geniş okuyucu kitlesi için “biraz hafifleterek yazmak” önemli. Gazete yazıları öyle olur. Ayrıca çok okunmayı herkes ister, ben de isterim. Nitekim sosyal medyayı da gazete gibi kullanarak bunu bir ölçüde yapıyorum. Tabii, yine kendim gibi yapıyorum. İşte diyeceğim tam da budur. Ne yaparsam yapayım ben ben olmalıyım. Örnekler ne kadar uyar bilmiyorum, Yahya Kemal, şiirinde de nesrinde de kendisidir. Nerede yazarsa yazsın, konuya ve muhataba göre yazarken de yine kendisidir. Ondan popüler bir şairlik ve yazarlık bekleyemeyiz. Faruk Nafiz‘den bir Ümit Yaşar Oğuzcan hercailiği, ikisi de politik (ideolojik) metinler yazdıkları halde Fâzıl Hüsnü Dağlarca‘dan bir Cemal Süreya savrukluğu beklenmeyeceği gibi. Sartre‘ın yazılarında anarşist Jean Jaurés nutkunun heyecanına benzer bir söz söyleme beklenmeyeceği gibi. Dolayısıyla başka yazış özelliklerine de dikkat çekmek isterim.
Sözü olan söyler
Derdim var, söylüyorum. Şükür ki korkanlardan, ürkenlerden değilim. Bu yaşıma kadar böyle geldim. Birinin peşine düşmemi isteyen ve bekleyenler orayı geçseler iyi olur. Bu yönde değişmemi isteyen ve değiştirecek olanlar da yorulmasınlar derim. Fayda getirecek konulara girseler, mesela şunu söylüyorsun ama o öyle değil deseler. Mesela, şöyle de bakılabilir, böyle de düşünülebilir deseler. Biri adına konuşmasalar. Mesela sözüm ona bazı profesörler gibi Tanrı benden konuşuyor edasında dinden başka bir din bakışıyla ayar vermeye kalkmasalar. “Dinime dahleden bâri Müselman olsa” dedirtmeseler. Anlamaya ve anlatmaya yönelseler. Böyle olsalar da en keskin şekilde eleştirseler.
Beğenmesem de, hoşlanmasam da her zaman tenkide açığım. Bugün, kör taraftarlığa hiçbir eleştirinin hoş gelmediği yerdeyiz. Derhal saldırıyorlar. Hakaret, tehdit ve şantajın bini bir para. Ara ara söylüyorum, onlara takılıp kalmak olmaz. Üstelik ben günlük siyaset, kör bağlanma gibi çıkmaz sokaklarda zaten dolaşmıyorum. Oraya çekilmeye karşı da dikkatliyim.
Sözün haysiyeti
Sözü hakarete, sövgüye çevirmeye de, ölçüsüz övgülere de uzağım. Ruhum, gönlüm, sözünü sadece bugüne söyleyeceklerden olma sığlığına hiçbir zaman iltifat etmedi. Bu dediğimin övünme kabul edilmeyeceğini umar, bekler ve isterim. Çünkü düşünen, gününü söylese de bütün zamanlar için konuşur. Sanat, zaten ötelerden ses vererek söyler. Hâlden anlayan önünde hâl şâha kalkar ve söz habercidir. Burada edilmedik söz ve mana yoktur. Öncesi, sonrası vardır. Niyazî dilinden dört asır önce şöyle söylenmiştir:
Dünyâ vü ukbâyı ta’mir eylemekten geçmişiz,
Her taraftan yıkılıp vîrân olan anlar bizi.
Biz şol abdâlız bıraktık eğnimizden şâlımız,
Varlığından soyunup üryân olan anlar bizi.
Doğrusu hamama giren terleyecektir. Yol giden yorulacaktır. Yola çıkanın her türlü tabiat şartlarına, sıcağa-soğuğa, kara-borana, toza-dumana, inişe-yokuşa hazırlıklı olması beklenir. Yol sürprizlidir. Yazanın yolculuğuna ayrı bakmak lazım. Bu bir gezgin arayışı değildir. Görüp göstermek istediğiniz bütünüyle içinizden dışa yansıttığınızdır. Yazanın içinde çok özel bir mekanizma vardır. Beş duygu da bu özel duygu-düşünce yolculuğunu süzen mekanizmada anlama ve anlatmaya hizmet eder. Yeniçağ‘daki yazılarımı, aktüel olana bağlı kalmak kaydıyla böyle yazıyorum. Ciddî bir okuyucu kitlesinin varlığını bildiğim-bilmediğim kimselerden gelen not ve mesajlardan görüyor ve pek seviniyorum.
Gazetede “deneme” yazmak
Şimdi Yeniçağ‘daki yazılarım hakkında diyeceğimi diyeyim: Haftada bir gün yazmayı diğer köşe yazılarından ayıran bir taraf olmalıdır. Hatırlayın, Düşünenlerin düşünceleri, Görüşler, Haftanın Yazarı, Haftanın Konusu gibi başlıklar altında misafir yazar ağırlayan gazeteler, bir farklılık yaratırlardı. Hâlâ bunu yapanlar var ve bana kalırsa çok iyi ediyorlar. Dikkat edin, onlar köşe yazıları gibi değildir. Yıllarca arada bir ben de o özel sayfalarda istenen konularda yazdım. Yazan ve okuyan olarak iki taraftan da bakma ve değerlendirme imkânım var.
O yazılar, bir meselede sayılan bir kişinin görüşlerini serbestçe yazması şeklindedir. Gazete sadece yer sınırlaması koyar. Şu kadar sayfa, kelime, şu kadar karakter veya vuruş olacak der. Köşe yazılarından daha geniş yer ayrılır. Özel bir yerde, özel bir sunuşla okuyucuya görünür. Okuyucu anlar ki bu yazı diğerlerinden farklıdır.
Haftalık yazıları biraz o şekilde görmek lazımdır. Uzunluk-kısalık meselesinden çok yazının ne şekilde olacağı önemlidir. Hoşça sohbet konuları bulup yazan olur. Günlük politikanın bitmez malzemesi içinden bir şeyler seçip yorumlayanlar olur. Benim gibi bir ayağını devamlı kültürde tutup meseleler etrafında dönenler olur. Bunu yaparken de fikir söylemeyi esas kabul ederler. Galiba ben onlardanım.