A. Yağmur Tunalı
A. Yağmur Tunalı

İki uç arasında sıkışma

featured

Sözüm ona milliyetçiler bu iki kutbun arasında sıkışmış durumda. Sayıları çok olsa da bu sıkışmaya kendilerini mahkûm edecek kadar düşüncede kararsız ve yeni tabirle eylemsiz kaldılar. Bir mucize olmazsa bu iki kutbun değişmeyeceği artık bellidir. Arada kalan ve kimliğinden habersiz milliyetçiler uyanacak ve uyandıracak ki bu cendereden kurtulalım. Bir çıkış yolu bu.

 

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında içinde bulunduğumuz durumu görmeye mecburuz. “Durum” derken, kanunsuzlukları, yağmaları, rüşvetleri, açığa çıkan çok çatallı krizin bir yönünü kastetmiyorum. Niye bu hale geldiğimizi bize apaçık söyleyecek bir tercihten bahsediyorum. Ne olduğunu değişik cümlelerle çok söyledim, yine söyleyeceğim. Bunu bir anlasak..

Evet “Neden bu haldeyiz?” Soru budur ve cevabı dehşettir. Bizimkiler sağıyla soluyla gerçeği, doğruyu, iyiyi, güzeli arama derdinde değiller, değiliz. Biz aramıyoruz ama istediğimizde o gelsin paşa paşa kendini versin istiyoruz. Böyle bir bedavacılık garabeti de var. Dua dediğimiz de duaya benzemeyen böyle bir sorumsuzluk ya… Bunca sahtelik ve bedavacılık ortasında hakikat yeşermiyor.

 

İki uydurmacılık

Şunu bilelim: Adını tam koyacağımız ve söyleyeceğimiz sahtekârlık derdinin kaynağını bilmeden başımıza gelenleri açıklayamayız.

İki uydurmacılık hayatımıza hâkim. Biri dincilerimizin kurguları, diğeri solculuktan çıkan öbür beynelmilelci, marjinal anlayışın kurgusu. Bu, iki -sözüm ona- ideolojik bakışın ikisi birden cehalet ve inkâra saplandı. Ne demek istediğimi açacağım. Önce şunu söyleyeyim: Saplantıları marjinal kalmadı ve akla sığmaz bir şekilde topluma yayıldı. Bozulma yaygınlaştı. Onun için bu haldeyiz.

 

Birinci uç iktidar ve cemaat koalisyonu

Birinci grupta Cumhuriyet deyince Atatürk nefreti depreşen ve tüyleri diken diken olanlar var. Bunlar on-yirmi birbirine benzer-benzemez sosyal küme. Gerçekte birbirlerinin rakibi ve düşmanıdırlar. İktidar olunca, gücü paylaşarak kendi aralarındaki çekişmeyi ertelediler, baltaları sakladılar. Bu durumun barışık bir iklim yaratacağı beklenmez. Çünkü kimse değişmedi, kimse ötekini tekfire kadar varan toptan yanlışlamadan vazgeçmedi. Çünkü cemaatleşmenin bizdeki değişmez karakteri budur. Kimse doğruyu, güzeli, iyiyi aramadığı için “heva vü heves”leri(evet din, fikir dedikleri kendi isteklerine kılıf) güçle beraber bozgunculuğu kat kat artırdı. Kaç türlü tuhaflık, merdiven altından yüzeye çıktı ve hayatımızı sardı.

Feleğin işine bakın ki yüzüncü yılı devlet katında nasıl kutlayacaksak bunların gölgesinde bir iktidar gücü tayin edecekti. Bu durumda sonuç baştan belliydi. Adım adım gittiler. Mıntıka temizliğini öncelediler. Bu hamlelerle karşı duracak güçler zayıfladıkça ellerini ovuşturuyorlar.

Cumhuriyet’in yüzüncü yılına üç hafta kaldı; ne düşündükleri ve ne yapıp yapmayacakları artık belli. Sessiz geçiştirmelerinden belli. Tik tok şeyhlerinin, YouTube evliyasının, kürsü-minber hatiplerinin piyasaya salınışlarından belli. Gündem değiştirmede onlar kullanılıyor ve aynı zamanda nabız yokluyorlar. Kamuoyu böyle de oyuna geliyor, uyutuluyor ve çok yönlü bozulma ne anlaşılıyor, ne konuşuluyor.

Devletin tepesindekilerin önlerine konan konuşma metinlerinden Cumhuriyet ve Atatürk’le ilgili bazı bölümleri okumadıklarını gazeteciler yazdı, söyledi. Ondan belli. Bu derece bir karartma ve yön değiştirme uygulandığı açık. Hipnoz ve illüzyon bu cenahta böyle işliyor.

 

Uçlar ayrı görünürken aynı yere vuruyor

İkinci grup da bunlara bakarak dinden ve tarihten uzaklaşmaya gerekçeler ediniyor. Bunların yenileşmeye bağlı hayatı sevmedikleri gibi, onlar da tarihi sevmiyorlar. İki beynelmilelcilik cehalette ve inkârda buluşuyor. Birinin dediği din din değil, tarih dediği tarih değil. Diğerinin dediği gibi bir Atatürk de Cumhuriyet de yok. Bunları örneklerle yazdığımı hatırlatmalıyım.

Sözüm ona milliyetçiler bu iki kutbun arasında sıkışmış durumda. Sayıları çok olsa da bu sıkışmaya kendilerini mahkûm edecek kadar düşüncede kararsız ve yeni tabirle eylemsiz kaldılar. Bir mucize olmazsa bu iki kutbun değişmeyeceği artık bellidir. Arada kalan ve kimliğinden habersiz milliyetçiler uyanacak ve uyandıracak ki bu cendereden kurtulalım. Bir çıkış yolu bu.

 

İkinci ucun karartmaları

Birinci grubu çok yazdım. İkinci grubun durumu Cumhuriyetle ilgili konuşmalarda, işlerde ve hatta reklamlarda açığa çıkıyor. Toptancılıkları dehşet. Ortaklıkları çok. Her iki kesimin dediği gibi bir hayat da, insan da tarih de yok. Kendilerinden emin olmadıkları için iki taraf da konuşturmamayı seçiyor. Kestirip atıyorlar. Çorak bir iklim yaratıyorlar.

İkinci gruba, sözüm ona devrimcilere ve onlara takılan yeni hayat taraftarlarına bakınca Cumhuriyet her şeymiş gibi bir hava duyuluyor.Cumhuriyet olmasa şu şampiyon boksör olmayacaktı”, “Filenin Sultanları olmayacaktı; çünkü kadın evden çıkamayacaktı”. Şu olmayacaktı, bu olmayacaktı.. sayılıp dökülüyor. Hemen söyleyeyim: Böyle bir Cumhuriyet savunması baştan sakattır.

 

Devamlılık esastır

Be kardeşim, aranızda hiç okuyan, düşünen, anlayan yok mu? Türkiye Cumhuriyeti binlerce yıllık Türk devletinin devamıdır. Şimdi ne görüyorsanız, onlar da gökten inmedi. Kökleri geridedir. Kadın meselesi çok vurgulanıyor. Bakın, kadınlarımız, her zaman hayatın bir türlü içindedir. Türk İmparatorluğu’nu 130 yıla yakın(1533-1656) ağırlıkla kadınların idare etti. Bu döneme Ahmet Refik “Kadınlar saltanatı” demiş ve tarihçiler arasında tutmuştur. Vâlide Sultan ne demektir, protokoldeki yeri nedir hatırlayın! Orta ve yeni zamanlar dünyasında en çok şair ve bestekâr kadının Osmanlı Türkiyesinden çıktığını bilin, öğrenin ve hatırlayın! Harem deyip bir cümlecikle geçmeyin, daha birçok benzer olayı ve durumu, köyden şehre Türk toplumundaki kadının yerini hatırlayın!

Biliniz ki şimdiki duruma da birden gelmedik: 2. Mahmud’un Râmi Kışlası’nda kızı Âdile Sultan’la beraber (yanlış hatırlamıyorsam 1829) askerle yemek yediği günden itibaren kadın kademe kademe yeni hayatın içindedir. Önemli bir miladdır. Cumhuriyet, o anlayışın, bu topraklardaki son devletimiz Osmanlının tam ve tekmil devamıdır. Evet, her manada böyledir.

 

Yalnız rejimimiz değişti

Söylemiştim, bir tek rejim hariç. Osmanlı Türkiyesinin son döneminde meşrûtî idareyi seçmiştik. İstiklâl Harbi’nden sonra Cumhuriyet’e geçtik, bu kadardır. Bugün Avrupa’nın yarısı Cumhuriyetle, yarısı meşrutiyetle yönetiliyor. Hepsinde ortak olan demokrasidir. Meşrutiyeti iyi anlamak lazımdır. Meşrutiyet, kralların, padişahların, ellerindeki yetkilerin çoğunu veya bir kısmını başka kurumlara devretmesidir. Yani, Türkiye’nin, Cumhurbaşkanlığı sistemi diyerek şimdi yapmaya çalıştığının tam tersidir.

Sırası geldi, söyleyeyim: Bugünkü haliyle Cumhuriyet dediğimiz, Meşrutiyet şartlarından fersah fersah geridedir. Avrupa Meşrûtî krallıklarına bakın, başta İngiltere böyle bir demokrasiye benzemez idare yoktur. Hâlbuki bizde de padişahlık, Avrupa krallıklarında olduğu gibi 1908’den sonra icraattan çok temsil makamı haline gelmişti. 1950’den 1980’ e kadar Cumhurbaşkanlarımız da aşağı yukarı öyledir. İhtilal rejiminin Cumhurbaşkanı icraatta epeyce rol sahibidir. Onu azaltacağız, eski ve demokratik haline getireceğiz derken birden çok geriye döndük. 2017 referandumundan sonraki Cumhurbaşkanı meşrutiyet öncesi krallar yetkisindedir. Değil Tanzimat-Meşrutiyet sonrası, klasik dönem Osmanlı padişahlarının yetkisinin bile bu derece “sorumsuzluk” taşımadığını, kanun ve kuralların önde geldiğini yazdım.

Bizdeki uygulamaların yüz yılda nereden nereye geldiğini konuşmalıyız. Rejimin adından çok nasıl anladığınız ve uyguladığınız önemlidir. Dünyaya bakın bir yığın totaliter rejimin adı da cumhuriyettir. Mesela, Kuzey Kore’nin rejimi cumhuriyettir. Rejimlerin kutsanacak bir tarafı yoktur. Üzerinde duracağımız, Tanzimat’la, Meşrutiyet’le ve onları taçlandıran Cumhuriyet’le kabul ettiğimiz değerlerdir.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!