Türkiye’yi ve dünyayı takip etmekten uzak kalanlara zaman zaman imrendiğim olur.
Kısa sürer ama olur.
Çünkü ülkeme, hayata, insanlığa ilgimin derecesi beni o “anlık imrenme“lerde bırakmaz.
Kaçmaya imkân vermez.
Başka türlü davranmaya hiç bırakmaz.
Uzun yılların alışkanlığı içinde kendimi böyle de yormayı severim.
Öğrenilmiş bir sevgi zorlamasının itici gücüyle durmaz giderim.
Hayatın rengi içinden seçilmiş türlü çeşitli dertler ilgi alanımdır.
Yollar sayısızdır, seçen ve seçtiren, tekliği içinde çoğalan bir.
İşe yaramayı seçmişseniz, vurdum duymaz olamazsınız.
İnsan, kendini sayısız hayat imtihanında böyle test eder.
Bu, Atsız dilinde geri dönüşü olmayan bir yoldur.
O zorlu yolu yürümek de zorun zorudur.
O iddia sayıya gelmez sayıda az kişiye aittir.
Peygamberler, bilgeler, filozoflar, öncüler, kahramanlar o sınıftandır.
Oradan dönüp kendime bakarım.
Varamadığım, bilemediğim o derinliği her zaman hatırda tutmak üzere hayatın yüzüne dönerim.
Şöyle: Sade bir görüşle, televizyon radyo, değilse, gazete, o değilse değişik kaynaklardan hiç olmazsa ana haberleri alırım.
Habersiz kalamam.
Ve anlamaya çalışır, anladığımı mutlaka söylerim.
Bu sayfalarda beni böyle görüyorsunuz.
Gündemlerden kaçanları anlarım ve zaman zaman imrenirim.
İçlerinde, derdi, tasası kendinden ibaret olanlar var.
Çeşitleri boldur.
En sade yaşama ihtiyaçlarıyla sınırlanmışlar var.
Bunlar ya hiç sahneye çıkmadılar ya da kısa zamanda pes edip bu “Bana ne” yoluna girdiler.
Bunların da türlü renkleri var.
Onlardan olamam.
Bir başka insan grubu var ki onların içinde de sayılmam.
Gündemlerin sıkıcılığından, çözülmeyen problemlerin ağırlığından bunalırlar, kenara çekilirler.
Yollarını şeref ve haysiyetleriyle yürüyenler kadar, derece derece ve farklı şekillerde bu noktaya gelenleri vardır.
Bunlar da muhtemelen birkaç gruba ayrılabilirler.
Yorulup çekilenler, evlâd ü ıyal derdiyle böyle davrananlar elbette mazurdur, diğerleri için konuşulabilir.
“Dünya kaynıyor.
Türkiye ise bir illüzyonun dümen suyunda kaynıyor.
Benim yapabileceğim hiçbir şey yok.
Üstelik ezilirim, üzülürüm.
Çare yok, kaçacağım...” derler.
Bu kaçış insancadır.
Saygıya layık değilse de mazur görülmeyecekleri kolayına söylenemez.
Büyük kalabalıklar böyledir.
Yalnız…
Bir yenilmez armada vardır ki, kalabalıklara rağmen topluluk için yaşarlar.
Onlara adanmışlar diyorlar.
Bir hedefe doğru yürürler.
Düşe kalka yürürler, ama yürürler.
Bir toplumun idealistleridirler.
Olmazlarsa olmayız.
Biz onları gördük, görüyoruz.
Onlar susmazlar.
Susmamalıdırlar.
Şimdi asıl diyeceğime geliyorum:
Bu sadece fikir ve hareket için geçerli bir durum değildir.
Asıl zorluk görünmez alanlardadır.
Kendini inşa, mistik yolculuklar, edebiyat ve sanat..
Bu görünmez, az görünür, az ilgi çeker alanlarda olağanüstü bir idealizm vardır.
Şairin şiiri, bestekârın müziği, romancının hikâye edişi, ressamın çizgileri o pes etmeyen ruhların işidir.
Görünmez, bilinmez güçlerle savaşarak elde edilen şahane zaferlerdir.
O zaferler bizi ayakta tutar.
Günlük siyaset, ülke hali, dünya hali ilgi alanımızdadır, derdimizdir.
Fakat direncin büyüğü mana âlemlerinde -anlam katlarında- gerekir.
Orada da yılmayanlar olacaktır.
Orada da serdengeçtileriniz olacaktır.
Bu alanların cebinizle ilgisini kuramazsınız.
Yeme içmeye faydası da belli değildir.
Günlük yaşayışa da yürüyüşe de, işe de doğrudan etkisi pek düşünülmez.
Halbuki ruh gibi her şeye siner, vardır, bilinmez.
Ve herşeyde lazımdır.
Dikkat edin, bu büyük güce yakınlığınız kadar değerlisiniz!
Yine örneği hayatın görünür yüzüne döndürerek söyleyeyim:
Bu mana yoksa sokak kavgasından kurtulamazsınız.
Kavgalarınız bile kabalaşır.
Liderleriniz, bakanlarınız, bürokratlarınız, hocalarınız o kabalığın pençesinde sizi durmadan yaralarlar.
En tepedekiler, bunu bilmezse olan olur.
Onulmaz derde düşmek budur.
Bilesiniz ki hayatı asıl manasında kuran onlardır.
O mana, o yontulmuşluk, o incelik, o terbiye yoksa yoksunuz.
Yoksunuz!
Kültür ve sanatla uğraşanlarınız en büyük kaynağınızdır.
Onlar yoksa yoksunuz!