Siyaset ve yönetim kültürü üzerinden yazdıklarım yeter demiştim. Biden’ın açıklamasına verdiğimiz içi boş efelenmeleri görünce bazı hatırlatmalar için mecburen devam ediyorum.
Devlet fikri ve devlet aklı, bizim gibi büyük milletler için ruh mirasıdır. Kolayına kaybedilmez. Buna rağmen, genetik formatlayıcılar zayıf zamanları kapıda bekler. Son yıllarda kendimize güvenimiz aşındı. Bu tür heveslere açık alanlar oluştu. Böyle zaaf hallerinde, en tesirli ataklar dost görünenlerden gelir. Yönetenler de onlara katılırsa zor bir dönem başlar. Doktor sandıklarınız yanlış teşhisle yanlış ilaçlar vermeye başlarlar. Böyle bir dönemden geçtiğimiz muhakkak. Devlet geleneğinden uzaklaştığımız ve bünyemizi zayıflattığımız da muhakkak.
Teneke tangırdar gibi
Dış siyaset milletlerarası güç mücadelesidir (Morgentau). Güç deyince sadece nüfus, ekonomi ve ordu akla gelmez. Bilgi, görgü ve yetişmiş insan malzemesi daha büyük bir güçtür. Akıl ve yönlendirme iradesi buradan çıkar. Kabul edelim ki son yıllarda bu gücün uzağındayız. Tarih bir geçmiş zaman değildir. Bugüne yön verir. Tarih bilgisinden ve görgüsünden de uzağız. Yumuşak güç her zaman daha önde ve önemlidir. Büyük güçleri belli bir yerde tutacak akıl gücünüz varsa, göreceğiniz zararlar azalır ve hatta faydaya dönebilir. Devlet hayatında bu derinliği de unuttuk.
Hayat kanunudur: Elinizde avcunuzda ne varsa onunla idare edersiniz. Yine kanundur: Bir atımlık barutla meydan savaşı verilmez. Kendi gücünüz elde birdir. Başkalarının gücüyle birleştirir, güç birliği edersiniz. Belli konularda anlaşır, başkalarına karşı durdurucu etkiyi sağlarsınız. Dünya düzeninde kimse kendine yetmez. Dostlar ararsınız. Ayakta durmak için çok yönlü arayışlar ve dikkat devamlılığı şarttır. Politikalarınızı elinizdeki imkânların sağladığı parametrelerle kurgularsınız. Değişkenlikleri karşılayacak hamleleri de bu denge üzerinde götürmeye çalışırsınız. Devlet refleksi bu esaslarda herkes için birdir. Biz yanımızdaki ülkeleri birer birer uzaklaştırdık ve dengemizi bozduk.
“Filistin iç meselemiz”
Bu ifadeyi ilk duyduğumda irkilmiştim. Yazdım da. “Filistin nasıl bizim temel meselemiz oluyor?” demiştim. Bölgemiz kaynarken, Müslümanlar birbirini boğazlarken, civar memleketlerde Türk varlığı ezilirken nasıl böyle bir tercihte bulunulabilirdi? Doluya koysanız olmayacak, boşa koysanız dolmayacak bir işti, ettik. Kimseye yaranamadığımız bir yana zarar üstüne zarar gördük.
Yine açık konuşalım: Türk dış politikasını Filistin’e, daha doğrusu İhvan ideolojisine ipotek edişimiz bize çok ağıra patladı. Bir kısmımız daha yeni yeni farkına varıyor. Filistin için İsrail’e rest çekerken hep kaybettik. Filistin daha kötü durumlara düştü ve bizimle de beklediğimiz kadar yakınlaşmadı. O da yetmedi, bütün Arap ülkeleriyle aramız açıldı. Böyle bol aptallıkla geldiğimiz bir yalnızlaşma dönemi geçiriyoruz.
Bunları hatırlatmamanın sebebi, “Nerede hata ediyoruz?” diyen bir özeleştiri aklına ihtiyacımızdan dolayıdır. Bunca yanlışlara düşen kendine bakar. Biz hâlâ o noktada değiliz. Gel de kahırlanma!
Devlet umuru görmüşler, dünyayı bilenler, başımıza gelenlere yorum getirmekte bir kıyaslama ölçüsü bulmakta zorlanıyorlar. O derece görülmemiş bir durumdayız. Olanlar belli: Saydığımız politik tercihler bozgunu normalleştiriyor. Devlet refleksi iyiden iyiye zayıflıyor, kurumlar ve kurallarla beraber, devlet fikri de kayboluyor. Boşalan değerlerin yerine değersizlikle gelen kişi ve grup menfaatleri yerleşiyor. Tek örnek versem yeter: Vaşinktın’a, kurtlar sofrasına, en kritik dönemde bir yakın adam’ı büyükelçi tayin ettik. Burada devlet aklı barınır mı?
Yanlış yanlış üstüne
Karanlık bir dehlizdeyiz. Dağ gibi yığılan problemler karşısındayız. Tek karar verici rejimini değiştirmenin içeride dışarıda ülkeye nefes aldıracağı kesindir. Fakat o iradeyi gösterecek sorumluluk duygusunu ara ki bulasın!
Biden’ın açıklamasına bu şartlarda muhatap olduk. Asıl mesele, böyle bir açıklamayı nasıl yapabildiğinden başlayarak başımıza gelecekler için tedbir düşünmektir. Bizimkilerde, yine suçu başkasına atma ve yansıtma davranışı hâkim görünüyor. Bilelim ki en tehlikeli iş budur. Diyeceğiniz neyse dersiniz. Soykırım iftirasını kabul etmeyeceğinizi güçlü bir dille söylersiniz. Muhatapları suçlamakla rahatlamak size bir şey kazandırmaz.
Anlama isteği ve iradesi görünmese de söyleyeceğim: Kendimize dönecek ve durumu objektif ölçülerle değerlendireceğiz. Devlet hayatında zafiyetin sürüp gitmesi çürütücü etkiyi artırır. “Nerede hata ettik, ne yaptık veya yap(a)madık da böyle oldu?” diyecek ve gereğini yapacağız. Başka çare yoktur. Bu hususu çokça konuşacağımız bir dönem başlıyor.
Türk Milleti’ne, bu haysiyet kırıcı soykırım yalanını sağlam bilgiye dayanan inançla püskürteceğimizi göstermek geç kalınmış bir vazifemizdir.
Yorumlar kapalı.