Berat Bey’in gidişi sadece doları, altını düşürmedi.
Şaşılacak şekilde bir dizi dikkati de getirdi.
“Şaşılacak” diyorum, çünkü bu söyleyeceğim konularda yaprak kımıldamıyordu.
Herkes, her türlü bozukluğu ve bozgunculuğu kanıksamış görünüyordu.
Memleketin böyle bir çorak ve kurak dönemine gelmiştik.
Beklenmedik bu istifayla beklenmedik uyanışlar gündeme geldi.
Bir hususu da hatırlatarak diyeceklerime geçeceğim:
Bu tuhaf istifa mektubu belli ki bir başlangıç olacak kadar önemli.
Sosyal medyadan istifa alışılmış bir şey değil.
Devlet adamları böyle tuhaf şeyler yapmazlar.
Bir bakan için istifa mektubu verilecek makam bellidir.
Bu ve benzeri yarım düzine problem insanların aklına birden gelmiş gibi konuşulmaya başlandı.
Öncelikle devlet ciddiyetine vurgu yapılıyor.
Sorumsuzluk, kuralsızlık bu istifa şeklinde ve metninde de var deniliyor.
Maalesef çok doğru.
Bunlar bu istifadan beklenen iyiliklerdir.
Bir iyilik var ki beni en çok sevindiren bir durumdur.
Doların-altının düşmesinden daha önemli bir durum.
Bierat Albayrak’ın istifa metninde kullandığı Türkçe de gündeme geldi.
Kötü bir metindi.
Haber kanalları kendileri de iyi Türkçe kullanmadıkları halde bu bozuk Türkçeli metni yadırgadılar.
Siyasiler konuştu.
Liderlerden Davutoğlu ve başkaları da keskin bir dille bu bozuk Türkçe’den bahsetti.
Doğrusu bu istifanın benim için böyle bir faydasının olacağını düşünemezdim.
Çünkü Türkçe feryâdımıza yeter derecede karşılık bulamıyorduk.
Biz Türkçe sevdâlıları elbette olan bitenlerden dolayı üzülüyorduk.
Sevgilimizin düştüğü durumu, her türlü hırpalanmasını durmadan söylüyorduk.
Ve ben içim yanarak İki Gözüm Türkçe’yi yazmıştım.
İki Gözüm Türkçe’nin devlet eliyle ve devletin tepesindekiler tarafından böyle yanlış ve özensiz kullanılması olan bitenler içinde belki en fenasıdır.
Bunu hep söylüyorduk.
Berat Bey’in istifa metni bir Türkçe kıyımını gösteriyor.
Bir değil, birkaç cümlesi bozuk.
İfade bozuklukları daha çok.
İfadelerde bürokratik-diplomatik dilden eser yok.
Böyle bir metni açıklayan kimsenin TC’nin bir bakanı olması vahimdir.
Kendisi yazamayabilir, etrafındakiler de belli ki bu kadar biliyorlar.
Kaç türlü arızayla bir devlet krizine dil üzerinden de düştük.
Bu kriz de pek fena yönetildi.
Yönetilemedi.
Devlet anlayışına bu da uymadı.
İletişim Başkanlığı’nın istifanın kabul edilmesini açıklama metni de bir Türkçe felaketi.
Mana saptırmaları da cabası:
Bir çok şey var da, Bakan, “ ..devam edememe kararı aldım.” diyor.
İletişim başkanlığı “görevden af talebi”nin kabul edildiğinden bahsediyor.
Halbuki böyle bir talep yok.
Cumhurbaşkanı’na, devlet makamlarına da değil, kamuoyuna açıklanmış bir “karar” var ve bunun adı istifadır.
Bunu neden eğip bükmeye çalışıyoruz?
Anlayan varsa beri gelsin.
Söyleyeceğim şudur:
Devlette bakanlar, yüksek bürokratlar Türkçe bilmiyor.
Bileni de aramıyorlar.
Bilene de sormuyorlar
Türk ülkesinde Türkçe’ye kıymak serbest.
Türkçe’ye böyle kıyınca da herşeye kolayca kıyılıyor.
Halbuki, Türk Devlet geleneği dediğimizde, bürokrasi, yazışma ve üslup akla gelir.
En sağlam tarafımızdır.
Dünyaya örnektir.
En önemli metinleri “Münşî” denen saray kâtipleri yazarlar.
Yüksek itibarları vardır.
Klasik devirde böyle.
Tanzimat’ta da en önemli diplomat, bürokrat ve devlet adamları “Kalem”den yetişir.
Kâtibim Türküsü de o parlak unvana yakılmıştır.
Cumhuriyet bu geleneği devam ettirdi.
Biz bozduk.
Damat Bey ve İletişim Başkanı devrinde sözün manası kalmadı.
O kadar bozdular ki pek çok kişi “Bu kadar Türkçesiz metinler olmaz.” dedi.
Damat da olmaz, İletişim Başkanı da olmaz.
Türkçesiz, tarihsiz, köksüz olmaz.
Devlet hafıza demektir.
Kurumlarda yol yordam bilen, geçmişi-dosyaları bilen, dil bilen, üslup bilen adam bırakmazsanız böyle olur.
Böyle olursa böyle olur.
Her taraftan dökülürsünüz!
Böyle olmaz!
Olmaz!