A. Yağmur Tunalı
A. Yağmur Tunalı

Alt kimliklerin ortak kimliğe hücumu

featured

Bu topraklarda yaşayan herkes, vatandaş ise Türktür. Fransa’da her vatandaşın Fransız, Almanya’da Alman, İtalya’da İtalyan olduğu gibi. Hatta 50 devletli Amerika’da Amerikan olduğu gibi.

Alt kimlikler elbette önemlidir. İnkârını geçtik, küçümsenmesi bile düşünülemez. Etnik aidiyetler de, meslekî ve cinsî mensubiyetler de böyledir. Övünülür, el üstünde tutulur. Fakat hiçbiri hepimiz için ortak üst kimlikle bir tutulamaz.

Üst kimliğin ortağı yoktur. Şehirliyi-köylüyü, Kadını erkeği, mimarı mühendisi, işçiyi memuru, şu veya bu etnik kökenden geleni birleştirir. Toplumun harcıdır, tutkalıdır. Kimse ona dokunmaz, tartışmaz. Oraya hücum ancak dışardan gelir. Evet, normal şartlarda içerden bir hareket olamaz. Bu topraklarda yaşayan herkes, vatandaş ise Türktür. Fransa’da her vatandaşın Fransız, Almanya’da Alman, İtalya’da İtalyan  olduğu gibi. Hatta 50 devletli Amerika’da Amerikan olduğu gibi.

Mozayikçilik kimliksizliği

Kim ki alt kimlikler üzerinden konuşuyor, gafilse uyandırılmalıdır. Uyanmıyorsa Türkiye’nin hayrına çalışan biri olmadığına kesinlikle hükmedebilirsiniz. Kim ki yerli yersiz , “Bu ülkede şunlar.. şunlar yaşıyor…”  diyorsa ya cahildir, ya gafildir, ya da bilerek bilmeyerek düşmana çalışan bir köstebek veya yancısıdır.

Türkiye bir mozayiktir.. 36 etnik grup var..” diyene iyi bakmak lazımdır. Kimlik krizini tetikleyen onlardır. Ayrıştıran onlardır. Bölenler onlardır. Asla Türkiye’ye çalışmıyorlar. Unvanları ne olursa olsun, Türk’ten ve Türkiye’den yana değillerdir. İster Cumhurbaşkanı, Başbakan olsunlar, ister her ağız açışta milliyetçiyiz desinler.

Bu memlekette bunlar hiç olmadığı kadar oldu, oluyor. “Olmadığı kadar” dedim, hayır bunlar devlet katında olmazdı. Devlet aygıtı kuruluş ilkelerine bağlı hareket ederdi. İçerdeki aksamaları, sapmaları da yer yer düzeltir, temizleye yenileye yoluna devam ederdi. Ayrıştırıcı dil bazı fikir gruplarının işiydi. Kabul edilmiş kurallar çerçevesinde bunlarla mücadele etmek devletin temel göreviydi. Ortak kimliğin zedelenmesine imkân vermemeye çalışmak temel ilkelerdendi.

Eskide kalmış bir anlayış gibi söylemem yaşadığımız arızî durumdan dolayıdır. Yoksa devlet denen organizasyon için bu tutum vazgeçilmezdir. Egemenliğin tartışılması karşısında sessiz kalamaz. Fikir hürriyetini aştığı yerde karşı koymak nefis müdafaasıdır.  Hücumları gerekirse güç kullanarak önler. Ayrımcı dilin tedavülüne, güvensizlik doğurmasına ve devlet anlayışını sulandırmasına müsaade etmez.

Devlet kimliğini korumazsa

Son yıllarda bu ayrıştırıcı dili devletin kurumlarına yerleştiren bir yönetim anlayışının kıskacındayız. Açılım süreci diyerek başlatılan işler, devletin temel tercihlerini değiştirme hamlesinin toplu hücum uygulamasıydı. “Türküm” demenin suç sayılacağı bir noktaya kadar vardığını çok geçmeden gördük. “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü, okullardan, yazıldığı dağlardan, şehir içindeki duvarlardan ve millî günlerdeki afişlerden bir bir atıldı. “Andımız” artık okunmuyor. Andımız’ı kaldırma kararını bozan Danıştay’a Cumhurbaşkanımız demediğini bırakmadı. Ve bir zaman sonra aynı Danıştay, tersine bir kararla hükumetin tavrını onayladı.

Bunlar birkaç sene önce yaşandı. Açıkça konuşacağımız meselelerdir. “Daha dün Dersim’de neler oldu?” diyenler bir yanlışı düzeltme veya özür niyetiyle hareket etmiyorlardı. Devletin kuruluş ilkeleriyle problemleri vardı. Öyle bir karşıtlıkla yetişmişlerdi. Devletin başına geçtiklerinde vuracakları yer belliydi. Başta Fetö ve PKK’nın ayakları, bölücü, ayrılıkçı, aykırı ne kadar insan ve grup varsa onlarla birlik halinde bu hamleye giriştiler.  Sonucunu gördük.

Hayır dönülmedi

Şimdi oradan dönüldüğü havası var. Devlet Bey’in desteği bu ayrımcı dili baskılamış gibi görünse de. dikkatli bakan bir göz dönülmediğini görür. Teröristlerle açık pazarlık bırakıldı, üzerlerine gidildi fakat ana fikirden dönülmedi. Örnek derseniz çok. Mesela, söylediğim iki yanlış uygulamadan dönülmesi gündeme bile getirilemiyor: “Ne mutlu Türküm diyene” denemiyor ve Andımız’a karşı tavır alış hala iktidarımızın kırmızı çizgisi halinde. Pkk, Hadep, Hedep tamam da, bu şartlarda onlar da bahane. Dinciliği benimseyen kafalar onlardan daha şiddetli bir Türk antipatisiyle maluller.

Hendeklerde kaybettiğimiz yüzlerce yiğidimizin, kozmik odaya girilerek deşifre edilmek suretiyle canlarına kıyılan halk içinden kolluk kuvvetlerimizin hesabını kendimize vermedik.  Hatta konuşmadık, konuşturulmadık. Aşacağımız, bu düşünceye konan ve temel tercihlerimizi dinamitleyen anlayışları konuşturmayan yasakçılıktır. Böyle bir yasakçılıkla battıkça battığımızı göreceğiz.

Yönetenleri, girdikleri çıkmaz yoldan çıkarmanın yolunu yaşattıkları yıkımlar göstermediyse hiçbir şey gösteremez görüşüne hak vermekle beraber, tamamen ümitsiz vak’a olduklarına hükmedilemez. İyi niyetliler vardır. Kananlar ve uyanacaklar vardır. Nihayet, devlet geleneğinin kırıntıları bile kalsa tepedekileri zorlayacaktır. Olmazsa da bu at, sırtındaki binici olmayan biniciyi atar. Her ikisi de boş bir ümit sayılmaz.

Yaşananlara gelelim

Türkiye bu bölücülüğü bir an önce bitirmelidir. Bütün partilerden ilk bekleyeceğimiz budur.

Özellikle HDP ve PKK’dan dolayı girişilen bölücülük dili herkesi sardığı için bunları tekrar hatırlatma ihtiyacı duyuyorum. Kim, HDP diyecek olsa bu bölücülük diliyle konuşuyor. Kavramları öyle yerleşmek üzere.

HDP’yi bir parti olarak eleştirmek lazımdır. Bir etnik köken vurgusu üzerinden konuşmak ayrışmayı ve ayrıştırmayı pekiştirir. Bu dil HDP’ye ve bölücülüğe çalışır. Mozaik siyasetine zemin hazırlar. Yani kavramları doğru ve yerli yerinde kullanma dikkati çok önemlidir.

Hadi açık söyleyeyim: Gün yirmi dört saat Kürt ve Kürt siyaseti, hele hele Kürt seçmen dediğiniz anda ayrışma, kamplaşma kaçınılmazdır. Öyle bir yere gelinir ki “Kürtler bizim kardeşimizdir..” demek de bölücü bir dile yardım eder hale dönüşür.

Bölücülük dili normalleşirse…

Dikkat edin, Meral Hanım‘ın HDP’ye sert tavrını dengelemek için savunma refleksiyle Kürtler bizim kardeşimizdir..” demesi böyle bir psikolojiyi tetikler mahiyetteydi. Sosyal psikolojiyi ihmal edemezsiniz. Her gün bu dille konuşulunca, sade vatandaş da demek ki bir fark ve ayrılık var demeye başlar. Kendisini o etnisiteden bilenlerin kafası ise büsbütün karışır. Üst kimlikten kopuş kesinleşir. Ona karşı savunma psikolojisi yerleşir. Dahasını demeyeyim.

Dünyanın oturmuş ülkelerinde böyle bir durum kabul edilemez. Mesela, Fransa’da, çoğu Mağripli altı milyon Müslüman var. Büyük bir nüfustur. Hepsi de Fransızım der. Alt kimlik siyasetine girmezler, giremezler. Almanya’da durum daha keskinlikle böyledir. Cemal Öztaş‘ın, açılımlar sırasında Feys’te şöyle bir paylaşımı olmuştu: “30 yıldır Almanya’da yaşıyorum. Hiç bir Alman siyasetçi çıkıp da, “Biz bu Devleti Şıvaben’i, Ostfrizesi, Zakseni, Bayer’lisi.. ALMAN’ı ile birlikte kurduk…” demedidemez de…”

Evet kimse üst kimliği zedeleyecek bir harekete girişmez ve girişenlere hoş bakmaz. O dile itibar edilmez. Erdoğan başta, Özgür Özel’e, Bahçeli’ye, son zamanlarda bu dile zorlanan Meral Akşener‘e ve diğerlerine hatırlatmak isterim.

Erdoğan’ın bu ayrımcı dili devlet seviyesinde meşrulaştırmadaki rolü diğerleriyle kıyaslanamayacak kadar ileriydi. 2016’ya kadar bu dili hem kullandı, hem kullandırdı. Hatırlayın, bütün kanallarda Fetöcülerle beraber, bölücülüğün her rengi, her gün, her saat, propaganda bombardımanı yürüttü. Taraf gazetesinin lokomotifliğini geçiyorum. Onlar başka bir sebeple biraz olsun bedel ödediler. Diğerleri değişik şekillerde hâlâ sistem içindeler. Geçici bir suskunluk hali yaşandığına bakmayınız.  Özgür Özel’in benimsediği dile özellikle dikkat çekmek isterim.

Hepimize, “Aman haa.. aman!” diyerek, iç yangınıyla hatırlatmak isterim!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!