Kendini başkalarıyla kıyaslamak, insanın özgürlük alanına vurulmuş görünmez bir zincirdir; oysa sade kalmak ve kendi ritmine sadık olmak gerçek cesarettir.
Sabah uyanırken ilk düşündüğünüz şey başkaları oluyor mu hiç? Kimin ne yaptığı, nasıl yaşadığı, sizden ne kadar “önde” ya da “geri” olduğu… Sosyal medya akışlarında kaybolurken hissettiğiniz o ince yetersizlik, acaba size mi ait yoksa dış dünyanın dayattığı bir yarıştan mı doğuyor?
Oysa bazı insanlar var… Ne daha çok kazanmaya ne daha çok sevilmeye ne de en parlak olmaya çalışıyorlar. Çünkü bilirler: Hayat bir yarış pisti değil. Ruh, madalya takılacak bir varlık değil.
Ben kimseyle yarışta değilim. Kimseden daha zeki, daha yakışıklı, daha zarif, daha kültürlü olma çabam yok. Kimsenin gölgesinde yaşamıyor, kimseyi geçmeye uğraşmıyorum. En’lerin ve daha’ların törpülediği ruhları izlemek yerine, kendi ritmime sadık kalıyorum.
Çünkü kıyas, insanın özgürlük alanına vurulmuş görünmez bir zincirdir. Bir başkasının hayatına göre şekillenmiş hedef, sizin değil, onların hayatını büyütür. Kendinizi başkalarıyla kıyasladığınızda ya kendinizi küçük düşürürsünüz ya da başkalarını küçümseyerek kendi benliğinizi kirletirsiniz.
Bazen iddiasız olmak, en büyük iddiadır. Çünkü bu dünyada sade kalmak, olduğu gibi yaşamak cesaret ister. Kendi düşüncelerini duymak için başkalarının gürültüsünden uzak durmak gerekir. O yüzden ben, kendi iç sessizliğime aşığım.
Ne “en güzel” olma derdim var, ne de “daha başarılı” görünme kaygım. Bu özgürlük halinin farkına vardıkça, daha hafif yürüyorum hayatın içinde. Adımlarım ne hızlı ne de yavaş… Sadece bana ait.
Ve siz, bu satırları okuyanlar… Belki bir sabah, aynaya baktığınızda siz de şöyle dersiniz:
“Kimseyle yarışmıyorum. Ben sadece kendimim. Ve bu bana yeter.”