Bize bu topraklarda özgürlüğü, onuru ve umutla bakmayı miras bırakan o büyük liderin izinden gitmekle, onu sevmekle; yakınlarımı, sevdiklerimi, mazlum halkları ve iyi niyetli tüm insanlığı sevmekle kimsesizliğimi aşabileceğime inanıyorum.
Artık kendimle geçirdiğim zamanları yalnızlık olarak görmüyorum. Bir başına kalmak, insanın kendine dönmesi için bir fırsat olabilir. Yalnızlık, yalnızca boşlukta sürüklenen bir ruh hâli değil; anlamdan yoksun geçirilen zamanların biçimidir. Benim için, okumadan, spor yapmadan, zihinsel bir yolculuğa çıkmadan; satranç oynamadan, İstanbul’un güzelliklerini adımlamadan, fırsat buldukça ülkemin ve dünyanın farklı yerlerini görmeden geçen zamanlar ancak yalnızlıktır. Kendimle geçirdiğim anlamlı vakitlerse yalnızlık değil, içsel zenginliktir.
Kimsesizlik ise farklıdır. O, daha derin bir boşluktur. Ama ben bu boşluğu, hem geçmişime hem de geleceğime köprü kurarak aşabileceğime inanıyorum. Tarihin derinliklerinden gelen Türklüğün köklü kültürü, bana bir aidiyet duygusu sunuyor. Misafirperverlik, merhamet, sözünde durmak, yiğitlik, paylaşmak, haksıza karşı susmamak gibi hasletler… Bunlar, nesiller boyu taşınan ve benim de kalbimde yaşattığım Türklüğün değerleri. Bu değerlere duyduğum sevgi, bana yalnız olmadığımı hissettiriyor.
Ve elbette, bu kültürel mirası modern çağda bir ulus bilincine dönüştüren Mustafa Kemal Atatürk… Bize bu topraklarda özgürlüğü, onuru ve umutla bakmayı miras bırakan o büyük liderin izinden gitmekle, onu sevmekle; yakınlarımı, sevdiklerimi, mazlum halkları ve iyi niyetli tüm insanlığı sevmekle kimsesizliğimi aşabileceğime inanıyorum.
Yalnızlığı ve kimsesizliği aşmanın en gerçek yolu ise bana göre “güven.” Sevgi çoğu zaman yeterli olmaz; çünkü her sevdiğine güvenemezsin. Oysa güvendiğin kişiyi seversin. İşte bu ayrım, hayatımda bir mihenk taşıdır. Güvenin, insan ilişkilerinin temel taşı olduğunu ve hayatı taşıyan asıl sütunun bu olduğunu düşünüyorum. Belki de yalnızlığın eşiğini aşmanın en sessiz ama en güçlü anahtarı budur: Güven.