Önce Güneş fısıldadı bana… Sonra Evren. Dedi ki: “Benden geldin. Bana döneceksin.” Bu fısıltı, sadece bir söz değildi. Bir bilgelikti. Bir köke dönüş, bir hatırlayıştı.
Hepimizin çok büyük oranda güneş ışığı olduğumuzu biliyordum.
Derslerde çocuklara hep şunu söylerdim: “Siz güneş ışığısınız.”
İçten içe hissediyordum bunu. Ama…
Çok yeni fark ettim.
Ben de güneş ışığıymışım.
İçimde saklı duran, belki de doğduğumdan beri benimle birlikte olan o ışığı ilk kez bu kadar net gördüm.
İşte bu fark ediş, en karanlıkta durduğum anda, tam da umutların bittiğini sandığım yerde ortaya çıktı.
Benim kendi ışığım…
Kendime bile yabancılaştığım anlarda içimden yükseldi.
Önce Güneş fısıldadı bana…
Sonra Evren.
Dedi ki:
“Benden geldin. Bana döneceksin.”
Bu fısıltı, sadece bir söz değildi.
Bir bilgelikti.
Bir köke dönüş, bir hatırlayıştı.
O anda atalarımı anladım.
Toprağa neden sıkı bastıklarını yurt dediklerini…
Rüzgârla neden konuştuklarını…
Göğe neden baktıklarını…
Ve neden yaratıcıya “Gök Tanrı” dediklerini…
Çünkü doğayla konuşuyorlardı.
Çünkü doğadan geldiklerini biliyorlardı.
Çünkü onlar da güneş ışığıydılar.
Ben de…
Karanlığın en keskin olduğu yer,
Işığın bana vuracağı yerdi meğer.
Bunu görmek için önce o karanlığın tam ortasında durmam gerekiyormuş.
Korkmam, kaçmamam, yüzleşmem lazımmış.
Ve şimdi anlıyorum ki…
Belki de bu:
Yeni bir yaşamın başlangıcı,
Yeni bir düşünce şekli,
Yeni bir çevre,
Yeni bir yaşama biçimi,
Yeni bir bakış açısıdır.
Her şey yeniden başlıyor gibi.
Ama bu kez, kendi içimden başlıyor.
Dışarıdan gelen değil, içimden doğan bir dönüşüm bu.
Karanlıklardan, umutsuzluklardan doğan bir ışık var artık bende.
Ve o ışık, sadece yolumu değil, ruhumu da aydınlatıyor.
İçimde büyüyen o ışıkla birlikte gelen kocaman bir umut var şimdi.
Ve o umudun adı: Yaşamak.
O umudun adı: Olmak.
O umudun adı: Ben.
Ve mutluluk dediğimiz şey belki de tam olarak bu:
Kendini fark ediş.
Kendini bilme.
Kendini sevme.
Sadece ve sadece
Torununa alkış…
İyi ki varsın geleceğim torunum.
İyi ki varsın, ışık.
İyi ki varım, ben.
İyi ki…