Uğur Mumcu’nun sözleriyle “Ben susmayacağım” diyen yazar Atsız Burucu, 1999’dan 2025’e kadar Türkiye siyasetindeki önemli dönemeçlere dikkat çekerek, ülkenin “tek adam rejimi” ve kimlik siyaseti üzerinden nasıl bir çözülmeye doğru sürüklendiğini sorguluyor. Ekonomik sıkıntılar ve yönetim sistemi değişiklikleriyle gelinen noktada, “Daha ne olursa uyanacağız?” diye sorarak, gerçek milliyetçiliğin ve adaletin önemini vurguluyor.
Bir gün herkes sussa bile biz gerçekleri söylemeye devam edeceğiz. Çünkü bu sessizlik, sadece kulaklarımızı değil, vatanı da karartıyor. Uğur Mumcu’nun çınlayan sesiyle: “Ben susmayacağım.” Biz de susmayacağız.
1999’da Kocayayla’da “Apo idam edilsin!” diye haykıran Devlet Bahçeli, bir yıl sonra Öcalan’ın idamını durduran imzayı atan lider oldu. 2002’de erken seçim kararıyla, tam toparlanma sürecindeki ekonomiyi altüst etti; AKP’ye iktidar yolunu açtı.
Ve 2017’de, “tek adam rejimine” evet diyerek Türkiye’nin yönetim sistemini değiştirdi. Şimdi, 2025’te, aynı çizginin ülkeye dayattığı manzara: Bir Alevi cumhurbaşkanı, bir Kürt cumhurbaşkanı yardımcısı… Kimliklerin, mezheplerin, etnik kartların siyasete malzeme edildiği bir rejim.
Bize “Büyük Türkiye” masalı anlatılıyor. Oysa büyük Türkiye, kimseye ayrıcalık tanımayan, herkesin eşit yurttaş olduğu, liyakatin esas alındığı, üretimin ve adaletin temel alındığı bir Türkiye olabilir.
Soruyoruz:
– Daha ne olursa uyanacağız?
– Daha ne olursa bu ülkenin ilmik ilmik çözülmeye çalışıldığını anlayacağız?
– Daha ne olursa bu rejimin bizi Suriye’ye çevirdiğini göreceğiz?
Milliyetçiliğin sloganla değil, duruşla ölçüldüğü günlere dönmezsek; sahici bir vatanseverlik, sahici bir adalet duygusuyla hareket etmezsek; yarın çok geç olabilir.
Gerçekler acıtır. Ama susmak, yok oluşu hızlandırır.