Kıbrıs’ta 1950’den beri süre gelen egemenlik ve yönetim sorununa, Hindistan-Pakistan çözümü örnek olabilir zira Kıbrıs sorunu, yıllarca Hintliler ve Müslümanlar arasında yaşanmış soruna tıpatıp benziyor. 1937-1940 yılları arasında ortaya atılan “İki Millet Teorisi” içeriğinde yapılan çalışmalar ve müzakereler sonucunda, 1947 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Hindistan ve Pakistan benzeri çözüm Kıbrıs sorununa da uygulanabilir, uygulamalıdır da.
Dünya siyasi tarihinde bu çözümün örneği çok ve bu uygulama sonucunda birbirlerinden kadife bir ayrılıkla ayrılıp bağımsızlıklarını ilan eden Hindistan ve Pakistan, halen daha varlıklarını saygın bir şekilde sürdürmekte ve bölgede barış içinde yaşıyor.
Bölgede yaşayan Müslümanlar ile onlardan dört misli fazla nüfus sahip Hinduların arasında sürmüş olan yönetim ve egemenlik sorunu Kıbrıs adasında Rumlar ve Türkler arasındaki sorun tam bir benzerlik gösteriyor. Kıbrıs adasında yaşayan Türklerin ve Rumların hiçbir ortak noktaları olmadığı gibi Hint yarımadasında da Hindular ve Müslümanların ortak bir toprakları paylaştıkları gerçeğinden başka hiçbir ortak noktaları bulunmamaktaydı.
Kıbrıs adasında yaşamlarını sürdürmekte olan Türkler ve Rumlar gibi Hindu ve Müslümanlar da iki farklı dine, kültüre, dile, felsefeye, sosyal geleneklere ve edebiyata sahipler. İki halk arasında evlenmeler neredeyse sıfır. Asırların yaşayış tarzı ve gelenekler nedeni ile Hintliler ve Müslümanlar farklı fikirlere ve kavramlara dayanan farklı geçmişe, tarihe ve medeniyete, farklı inançlara sahipler.
Her iki halkın da edebiyatları, farklı destanları, farklı kahramanları, farklı iktidar süreçleri mevcut. Çoğu zaman, birinin kahramanı diğerinin düşmanı. Zaferleri ve yenilgileri birbirlerinin tersi aynen Türk ve Yunan tarihinde olduğu gibi.
Geçmiş asırlar içinde -İngiliz Sömürge Yönetimi yılları dahil olmak üzere- Hintlilerden cefa görmüş, ayırımcılık ve soykırıma uğramış Müslümanlar, 20. Yüzyılın başından itibaren Hint çoğunluğu altında azınlık olarak yaşamak istememişler, mücadelelerini de bu yolda yılmadan sürdürmüşlerdi.
İlk başlarda çözüm için, aynen Rumların yaptığı gibi, Hindistan Ulusal Kongresi ayrılığa karşı çıkmış ve yetkili Parlamenter sistemi olan güçlü bir merkezi hükümetli, üniter Birleşik Hindistan çözümünü öne sürmüş ve empoze etmeye çalışmıştı.
Müslümanların kabul etmemesi üzerine, “üç bölgeli, Hintli çoğunluk olan bölgeler, Müslüman çoğunluk olan bölgeler ve Müslümanlarla Hintlilerin nüfusunun birbirine çok yakın olduğu bölgeler” bulunan bir yönetimin kurulması ve Merkezi hükümetin, savunma, dış ilişkiler, para birimi ve iletişim yetkilerinin olacağı, diğer yetkilerin bölgelere devredileceği bir öneri ortaya atılmıştı, aynen Annan Planında olduğu gibi. Bu planda ilk kez Müslümanların çoğunluk olduğu bölgenin Pakistan olacağı ima edilmişti.
Müslümanlar geçmişin acı deneyimleri nedeni ile bu öneriyi de kabul etmemişlerdi.
Son aşamada, Hint yarımadasında yaşamlarını sürdüren Müslümanların lideri Muhammed Ali Cinnah tarafından 1944 yılında ortaya atılan “Hindu-Müslüman sorununu ve farklılıklarını çözmenin tek bir pratik gerçekçi yolu vardır. Bu, Hint yarımadasını Pakistan ve Hindistan olarak iki egemen parçaya bölmektir. Her birimiz kendi içimizdeki karşı tarafa ait azınlığa (Pakistan’daki Hindu azınlığa ve Hindistan’daki Müslüman azınlığa) adil bir muamele yapmak için birbirimize güvenmemiz gerekmektedir.” fikri uluslararası taraftar bulmuş ve Hint yarımadasında barış, iki farklı egemen ve bağımsız devlet kurularak sağlanmıştı.
Hint yarımadasında yaşananlarla Kıbrıs’ta yaşananlar arasında büyük bir benzerlik bulunduğu için çözümü de aynı olabilir. Tabi işlerine nasıl gelirse o tür çözüm isteyen, bir bölgenin huzura kavuşmasını değil, kendi çıkarlarını düşünen, Yugoslavya’yı parçalayıp, Kıbrıs’ı birleştirmek isteyecek kadar ikiyüzlü kararlarda ısrar eden ağababalar razı olursa!