Kıbrıs’ta Rumların Kıbrıslı Türklere silahlı saldırıları ve katliamları başlattıkları 21 Aralık 1963 tarihinde, Mağusa Namık Kemal Lisesinde, bıyıkları daha yeni terlemeye başlamış bir öğrenciydim.
Yatılı okuyordum… Cumartesi sabahı hemen yanı başımızda olan Polis Merkezinden gelen silah sesleri ile irkilmiştim, silah seslerinin tam olarak nereden geldiğini ve niye atıldıklarını anlamaya çalışıyordum, çocuk kafamın içinde.
Kısa bir zaman sonra lisemizin arkasındaki toprak futbol sahası içinden koşarak kaçan polis elbisesi giymiş kişileri ve arkalarından ateş eden polisleri görünce tatsız bir şeyler yaşandığını kavramaya başladım. Kafamın içinden bazı senaryolar geçiyordu. Sinemada filim seyreder gibi kaçanlarla, kovalayanları merakla ve keyifle izlerken, kaçanların, polis elbisesi giymiş hırsızlar, arkalarından ateş edenlerin de gerçek polisler olduğunu düşünüyordum. Kaçanlar da kovalayanlar da benim hayalimde Rum’du.
Rumların yaşadıkları Maraş, lise binamızın hemen bitişiğinden başlıyordu. Rum hastanesi, Kaymakamlık, Belediye binası ve Mahkeme karşımızda, Rum Polis Merkezi ile Hayvanat bahçesi de yanı başımızdaydı. Rum Polis Merkezi ile Lisemizi bir taş duvar ayırmaktaydı. Taş duvarın yüksekliği boyum kadardı. Kıbrıslı Türklerin Polis Merkezi, Türklerin topluca yaşadıkları Surlariçi’ndeydi.
Rum Polis Merkezinden sürekli bağırma, inleme, dayak ve küfür sesleri geldiği için, 21 Aralık Cumartesi günü sabahı silah seslerinden sonra kaçan kişilerin Rum suçlular olduklarını düşünüyordum.
Kaçan kişiler, lise binamıza doğru can havli ile koşarak gelirken, el kol hareketleri yapıp bir şeyler söylüyorlardı ama ben ne söylediklerini anlayamıyordum, arkadaşlarımın da anlamadıkları kesindi. Söylediğim gibi biz onları Rum hırsızlar zannediyorduk ya anlasak da olurdu, anlamasak da… Kaçanlar hemen lise binamızın arkasında, futbol sahasına bitişik sık ağaçların yer aldığı ormanın içinde kaybolurken bir tanesini tanıdım ve şok oldum. Sınıf arkadaşlarımdan birinin polis olan babasıydı ve Kıbrıslı Türk’tü.
Polis polisi niye kovalar, niye arkasından da ateş eder diye anlamsız ve yanıtını veremediğim sorular kafamda dolaşmaya başladı. Kaçanlar üstelik, benim gördüğüm kadarı ile 3-4 kişiydiler. Üç, dört Kıbrıslı Türk polis kaçıyordu, ellerinde silah yoktu ve arkalarından da Rum Polis Merkezinin arka duvarının üstünden adeta yaylım ateşine tutulmuşlardı.
Kıbrıslı Rumların kötü yüzleri ve canice düşünceleri ile tanışmam böyle oldu ve bu kabus tam 11 yıl sürdü. Kumsal katliamından 4 gün önce başlayan olayların failleri, o dönem tabip binbaşı olan Nihat İlhan’ın ailesini vahşice katledecekler, Türk köylerine saldıracaklar, Kıbrıslı Türkleri işsiz, güçsüz, geleceksiz, elektriksiz, susuz ve aç bırakacaklar, eşi benzeri görülmemiş caniliklere imza atacaklar ve1974 Barış harekâtına kadar bu katliamları sürdüreceklerdi. Rumların hedefi adadaki Türk nüfusunu yok etmek, adanın mutlak hâkimi olmak, zamanı gelince Yunanistan’a ilhak etmekti. Propaganda için de göstermelik birkaç yüz yaşlı bırakacaklar ve dünyaya “Kıbrıslı Türkler, adil ve insan haklarına saygılı Rum idaresi altında mutlu yaşıyorlar” mesajını vereceklerdi.
Kıbrıslı Türklere karşı 21 Aralık 1963 sabahı başlattıkları silahlı saldırmalarına da bir kılıf uydurmuşlar ve “Kıbrıslı Türkler isyan etti” dezenformasyonuna başlamışlardı.
Rumların hiç de inandırıcı olmayan bu iddialarına, Kantara’nın keçileri bile gülerdi ancak dönemin Hristiyan olan ABD ve İngiltere gibi güçlü devletleri ve Avrupa Ekonomik Topluluğu, dindaşlarına inanmayı ve Rumları haklı bulmayı tercih ettiler, dürüst ve insan haklarına saygılı olmak yerine.
Aradan geçen onca süre içinde Rumların fikri hiç değişmedi, yandaşlarının da… Üstelik “Batı medeniyeti, demokrasi, insan hakları” diye övündükleri kavramların üstüne diktikleri o insanlığın yüz karası tüy hala orada durmakta.