“Yularını Verenin Hikayesi” başlıklı metin, bir kez kontrolü başkasına verdiğinizde geri almanın imkansızlaştığını vurguluyor. Metin, günümüz siyasetinde ve yönetiminde kişilerin bir devlete, örgüte veya çıkar gruplarına bağımlı hale geldiğini belirtiyor. Bu durum, haksızlık, hukuksuzluk ve yolsuzluk gibi sorunlara yol açarak bir “çürümüşlük ve yozlaşma” ortamı yaratıyor. En tepedekilerin dış güçlere, alttakilerin de onlara bağımlı hale geldiği bir itaat zinciri oluştuğu ve bunun hem halk hem de yöneticiler tarafından kanıksandığı ifade ediliyor.
Bir kere yularını verdin mi, geri alamazsın. Çünkü o andan itibaren sen yoksun, sadece yönlendirilen .
bir gövdesin.
Bugün it ite buyur ediyor, yarın kuyruğuna yer veriyor. Kendi gibi olanı büyütüyor, yükseltiyor. Sen ne kadar haklı olsan da onlar birbirine kol kanat geriyor.
Bir küçük düğmeye razı oldun, sonra fark ettin ki ceketin gitmiş.
“Bir kereden bir şey olmaz” dedin, kolunu kaptırdın.
“Bileğini büken” geldi, bu kez tüm gövdeni bastı.
Sen sustun, o çoğaldı.
Bugün bakıyorsun; siyasi parti başkanlarının, devlet ve hükümet idarecilerinin bir yerlerini bir devlete, örgüte ya da menfaat ve baskı topluluklarına kaptırdıkları görülüyor.
Kimi sessiz, kimi öfkeli ama hepsi belli bir ipin ucunda sallanıyor.
Bir ülkede bu kadar haksızlık, hukuksuzluk, ihanet, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, ahlaksızlık varsa mutlaka çürümüşlük, yozlaşma ve bunu fırsata çevirme; yuları ele geçirme vardır.
Çünkü bu oyunda, yularını verenin yönü hep başkası tarafından çizilir.
En yukarıdaki dışarıya kuyruğunu kaptırmış. İçeridekiler de ona… Böylece buyruklar geliyor; sorgusuz itaat ve biat zinciri kuruluyor. “it ite buyurur, it de kuyruğuna…” İşin ilginç yanı, buna hem halk katında hem de yönetenler katında alışılmış.
Deliler dersen, onları sorma. Delilerin ne zaman ne yapacakları belli olmaz.