Arslan Küçükyıldız
Arslan Küçükyıldız

Seferberliğine Çağrı

featured

Türkiye’de son zamanlarda çıkan yangınlar hakkında bir yazı kaleme alan Arslan Küçükyıldız, yangınların iklim değişikliği ve küresel ısınmadan kaynaklandığına dair açıklamaların gerçeği yansıtmadığını belirtiyor. Yazar, yangınların çoğunun insan eliyle çıkarıldığını ve bunun ardında kasıtlı bir saldırı olabileceğini düşünüyor. Makalede, Kastamonu’nun bir köyü olan Budamış Köyü’ne bağlı Kumara Köyü’nde çıkan yangınlara değinilirken, bu yangınların köyün altı yüz yıllık tarihi mezarlığı ve ormanını işgal eden bir dağ oteli ile bağlantılı olabileceği öne sürülüyor. Ayrıca, Karabük ve Çankırı-Ilgaz sınırında da yangınlar çıktığı ve bunların Karadeniz ormanlarını yok etmek isteyen yabancı bir güç tarafından çıkarılmış olabileceği iddia ediliyor. Yazar, bu durumun bir “Yangın Savaşı” olduğunu ve yetkililerin acil seferberlik ilan etmesi gerektiğini vurguluyor.

Köyümüz Kastamonu’nun bir mahallesi konumundaki Budamış Köyü’ne (Şimdi şehrin içinde kaldı, mahalle oldu) bağlı Kumara Köyü. Şehir merkezine beş kilometre uzaklıkta. Karaçomak Barajı’na çok yakın bir tabiat harikası. Eski camimiz 1590 yılında yapılmış. Bursa’nın Cumalıkızık Köyü gibi tarihi evleri olan bir köy. Günümüzde tarihî ve doğal güzellikleri yeterince değerlendirilmiyor; çoğu köylerimiz gibi bakımsız halde.

Kardeşim söyledi. Dün köyümüzün arazisinde iki yangın çıkmış. Biri köyün üst başındaki Kösteyogil’in evinin altındaki ormanda evin yakınında, öteki de köyün girişine çöreklenen; altı yüz yıllık tarihi köy mezarlığını ve köyün ormanını tırtıklayarak; ormana ve köy arazisine tecavüz ederek gittikçe büyütülen dağ otelinin arkasında bir yerde çıkmış. Dün yine köye beş altı km uzakta, bu sıcakta, bu yangınlarda ormanın içinde yatağını yakan birinin çıkardığı üçüncü bir yangın daha olmuş. İlkini köylülerimiz söndürmüş. İkinci ve üçüncüyü zorlukla itfaiye söndürmüş.

Karabük’ün ormanlarının hem Ilgaz Dağları’na; Kastamonu-Çankırı hattına, hem de Küre Dağları ve uzantılarına; Bartın-Zonguldak hattına geçiş yolu olduğu için seçilmiş olabileceğini düşünüyorum. Ancak Karadeniz ormanlarının tamamını yok etmek isteyen bir yabancı güç böyle bir noktayı seçebilirdi. Önceki akşam Karabük Aladağlar’da yeni bir yangın başlamıştı, söndürüldü; Ilgaz Çankırı sınırındaki ormanda dün bir başka yangın daha çıktı ve devam ediyor. Karabük’teki yangın iki hatta da sıçramayınca bu kez Çankırı-Ilgaz sınırında çıkarılmış olabilir.

Örtülü değil açık bir savaşın içinde olduğumuza dair yazılıp çizilenlere mesleğim gereği kuşku ile yaklaşıyordum. Artık kesin olarak doğruluğuna inanıyorum ve yetkililere seslenmek istiyorum.

25 Mayıs 1919 günü Havza’ya doğru üç araba ile yola çıkan Mustafa Kemâl ve kurmayları, yolda sürekli bozulan arabaları yüzünden sıklıkla durmak zorunda kalıyorlardı. Kavak bucağına doğru tırmanırken araba yine bozulur. Mustafa Kemâl Paşa ve arkadaşları arabadan iner ve biraz ötede tarlada çift sürmekte olan köylünün yanına giderler. Selamlaştıktan biraz sohbet ettikten sonra paşa sözü memleketin içinde bulunduğu duruma getirir ancak köylü pek oralı olmaz. Bunun üzerine paşa:

“Hemşeri… düşman Samsun’a asker çıkaracak belki buraların hepsini ele geçirecek, sense rahat rahat toprağı sürüyorsun.” der. Köylünün bu sözlere tepkisi ise -yıllardır süren savaşlar nedeniyle Türk köylüsünün durumunu özetleyecek şekilde- şöyle olur:

“Paşa, paşa, sen ne diyon. Biz, üç kardeştik iki de oğul vardı. Yemen’de, Kafkas’ta, Çanakkale’de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde sekiz öksüz ile üç dul kalmış kadın var. Hepsi benim sabanımın ucuna bakar. Şimdi, benim vatanım da, yurdum da nah şu tarlanın ucu. Düşman oraya gelinceye dek benden hayır yok.”

Düşman bizim köye kadar dayandı ama bilmediği bir şey var. Bizim ayranımız kabardı.

Millî Mücadele’de en fazla şehit veren illerden biri olan Kastamonu’nun yiğit çocukları bu devletin kuruluşu için gereken cephaneyi omuzlarında, kağnılarında taşımıştır. Yeni bir savaşta topraklarına düşman çizmesi girmese de üzerine düşeni fazlasıyla yapacağından hiç kuşkunuz olmasın.

Türkiye’nin her yanı yanıyor. Bu yangınların iklim değişikliğinden, küresel ısınmadan kaynaklandığı yalanına da kimse inanmıyor. Dört yüze yakın yangın nasıl aynı anda çıkıyor belli değil. Büyük illerimizden İzmir yandı, Bursa yandı, Hatay yandı; Ankara bile yandı. Binlerce dönüm orman, içindeki canlılarla, köylerle, mahallelerle yandı, kül oldu. Bu yangınların çıkış nedenleri resmi olarak açıklanmadı. Ancak büyük bir bölümü insan eliyle çıkarıldığı açık.

Sakarya ve Kastamonu’da orman içinde, şu sıcak günde yatak yakmak alçaklığını gösterenlerin varlığı bizi düşündürmeli. Ya insanlarımız cinnet geçiriyor ya da çok ucuza satın alınabilir hale getirilmiş. Her ikisi de büyük bir toplumsal psikolojik çöküş ve güvenlik sorununa işaret ediyor. Bu toplumun sahipsizliğini, eğitimsiz ve cahil bırakılmasını, her türlü felakete karşı hazırlıksız ve duyarsız bırakılmasını da gösteren canlı bir gösterge.

Halkını önceden bilgilendiren bir yönetim olmadığı gibi olup bitenleri korkutmadan ama bütün çıplaklığıyla halka anlatan bir basın da yok. Üstelik siyasi endişelerle yangınları denetim altına aldık, hazırlıklıyız, Avrupa’nın en büyük donanımına sahibiz gibi inandırıcı olmaktan uzak açıklamalar yapılıyor. Bunun yerine artarak devam eden bu savaşta vatandaşın ne yapması, devlet güçlerine nasıl yardımcı olması gerektiği anlatılamaz mıydı?

TBMM, olağanüstü bir oturumla toplanıp gerekli düzenlemeleri yapamaz mıydı. EMASYA Protokolü denilen askerin, polisin yeterli olmadığı durumlarda doğal afetlerde görevlendirilmesine dair protokol süratle ele alınamaz mıydı? Ormanlarımızı ateşe verenlere uygulanabilecek en ağır ceza konuşulamaz mıydı? Lastiği patlamış traktörüyle tanker taşıyan köylüye lastiğinin, yanan traktörünün bedelini hemen temin edecek bir düzenlemeyi yapamaz mıydı? Ormanlarımızı düşman saldırılarından nasıl koruyacağımız üzerine çalışılamaz mıydı? Neden uçak alınması konusunu tartışanlara makul bir cevabınız yok. Alınması gereken her türlü acil tedbiri almak TBMM’nin işi değil mi?

Kendi kendine yettiği yılları çoktan geride bırakmış Türkiye’nin ormanları, ekili arazileri, hayvanları,  köyleri, şehirleri yanıyor. Düşman ya ülkemizin toptan çöle çevrilmesine karar vermiş, ya da kendi emelleri için “bakın, ayağınızı denk alın, her yerinizi yakarım” diyor. Her iki durumda da başımızdakilerin durumu Türk milletine anlatmaları gerekir.

Türkiye’nin yeni Sevr dayatmasına karşı yapacağı çok şey var. Önce azıcık samimiyetiniz ve bu topraklara bağlılığınız varsa yangınları seyretmeyin. Siz seyretmeyip harekete geçin ki Türk milleti de harekete geçsin. Sizi bağlayan bir şey varsa açıklayın; vallahi kızmayacağım.

Bizim köydeki yangın çıkarma teşebbüslerinin köyümüzdeki dağ oteli ile ilgisi olabileceğini düşünüyorum. Birçok yerde gördük; dağ yanıyor, yerine evler, oteller, tatil köyleri kuruluyor. Bana kanun var, olmaz demeyin. Bu otel sahibi ormanımızı işgal etmişti bunu da yapabilir, beklenir. Ne yazık ki yurdumuzdaki güç sahiplerinin hukukunu koruyor. “Hayır, değil!” diyorsanız kasıtlı çıkarıldığı açık bu iki yangını kim, hangi odaklar, niçin çıkardı? Biz de bilelim.

Kastamonulular olarak yurdumuz ve milletimiz için her türlü fedakârlığı göze aldık, bundan sonra da alırız. Göl yerinden su eksik olmaz. Ancak Türk milletini zayıf bırakan, güçlendirmeyen, Türkiye’yi içeriden, dışarıdan bölmek ve parçalamak isteyenlerin ekmeğine yağ süren yöneticilerimiz de bilsin ki ayranımız kabarmıştır. Sizin seyirciliğinizden, gerçek sorunlara, ülkenin tamamını hedef alan “Yangın Savaşı”na gösterdiğiniz kayıtsızlıktan bıktık. Artık harekete geçin. Seferberlik ilan edin.

Biz bu dev yangını söndürecek silah ve cephaneyi traktörlerle, beton arabalarıyla, süt tankerleriyle yalın ayak da olsa taşırız.

Devletimiz gerekeni yapıyor ise neden bu yangınlar sönmüyor?

“1335 senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye:

Osmanlı Devleti’nin dâhil bulunduğu grup, Harb-i Umumî’de mağlûp olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şerâiti ağır bir mütarekenâme imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-i Umumî’ye sevk edenler kendi hayatları endişesine düşerek memleketten firâr etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahideddin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temîn edebileceğini tahayyül ettiği denî tedbirler araştırmakta. Damad Ferid Paşa’nın riyâsetindeki kabine âciz, haysiyetsiz, cebîn, yalnız pâdişâhın irâdesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı.

Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta…”

Türk milleti acil seferberlik istiyor.

Sözüm size, bize, hepimize…

Not: Enver Behnan Şapolyo, Millî Mücadele sırasında Kastamonu’dan geçerken gördüklerini “Kağnılar menzillerinden cepheye iki sıra teşkil etmekte idi. Bunlar bir bostan dolabının kovaları gibi mütemadiyen harekette idi…” diyerek Seydiler Ovası’ndaki bir yılan gibi kıvrılarak yol alan kağnı kollarının Ankara’ya silah ve cephane taşıdığını anlatmıştı. Bu tankerler o kağnılardır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.