Korona birçok konuda düşünmemizi sağladı. Bunlardan biri de okullarına başlamayı dört gözle bekleyen çocuklarımızla ilgili önemli bir konu. Çocuk Edebiyatı. Öğretmenlikten emekli olan ve torun büyüttüğünü söyleyen bir arkadaşımla görüşürken bir ara “Torunuma okuyacak masal bulamıyorum.” dedi. Bu konu hep dikkatimde olmuştu. Piyasadaki çocuk kitapları arasında yabancı masallar çok miktarda varken bizim masallarımız son derece azdı, bunu bildiğimden kendisine sordum: “Hocam, torununuza masal anlatıyor musunuz?“ ve ekledim: “Eğer anlatıyorsanız, anlattığınız masalı yazabilir, çocuk kitabı yazarı olabilirsiniz, sizin yazma yeteneğiniz var. Böylece çok ihtiyaç duyulan bir boşluğun doldurulmasına hizmet edersiniz. Türk Ocağı bünyesinde Bala Kitap diye çocuk edebiyatçılarından oluşan bir topluluk var. Oraya üye olursunuz, sizi desteklerler. Oradaki yazarlardan masal da sorabilirsiniz.” Hoca Hanım bana “Henüz küçük anlatım değil de resimli kitaplarla konuşuyoruz ama yazma konusunda hiç bilgim yok, en azından çocukken dinlediğim masalları yazabilmeyi isterdim. Bala Kitap’a üye olmayı çok isterim.” dedi.
Kendisine yazmaya başlamanın tam sırası olduğunu söyledim: “Bir yandan ona masal anlatacak, bir yandan da bu anlattıklarınızı, arkadaşınıza yazar gibi yazacaksınız. Beş altı ay yazmaya kendinizi alıştırın. Her gün iki sayfa yazacak kadar hızlanabilirseniz, yazar oldunuz gitti. Yalnız yazdıklarınızı -yazdıktan çok sonra- tekrar tekrar elden geçirebilmeli, kendinizi eleştirebilmelisiniz. Yazdıklarınız birikecek. Onların içinden seçip, dil imla düzeltip yayınlayacaksınız. Zaten hangi yaşa ne verilir, hem alaylı hem mektepli, uygulamalı olarak biliyorsunuz.”
Bana “Çok güzel teşvik ediyorsunuz ama bu sıralar birçok sorunla boğuşuyorum. Bu salgın da başka açıdan vurdu. Okumak için bile zaman bulmakta zorlanıyorum. Dikkatimi toparlamak ise mümkün değil! Biraz hayatımız düzene girerse inşallah kendimi sadece bu çalışmalara vereceğim.” dedi. Ona “Her şey yoluna girer inşallah. Yazarlık zor zamanlarda yapılan iştir. Rahatta kimse yazamaz. Rahatladığınızı göreceksiniz. Hem kendinize hem çevrenize bir dinlenme olarak düşünün.“ dedim. Arkadaşım deneyeceğini söyledi.
Kabiliyetli bulduğum aydınlara yazın dememin sebebi yazarların çoğunun şuurlu olmadığını düşünmem. Şuurlu olanlar da yazmıyor. Bence çocukları dikkatle gözlemlemiş ve ne yapılması gerektiğini düşünmüş biri yazmalı.
Çoğu öğretmen öğretmenlik yaparken yazmaya karar verir ama bunu emekliliğe havale eder. Yazmak istediği konu diyelim ki “yerel kadın kahramanlarımız” olsun. Öğrencilerine büyük ödev olarak bir kadın kahraman seçer. Haklarında birer paragraftan başka bilgi ve yararlanacak kaynak bulamayınca ümidi kırılır; hele şimdilik dursun, emekli olunca yazarım der ve bırakır. Hâlbuki çalışmaya başlayınca kaynak bulunur. (Osmanlıda Kürt Kadını diye bir kitap görmüştüm. -O kitabı eleştiren bir yazı da yazmıştım.- O kitapta yabancı ajanların verdiği derme çatma bilgilerden yola çıkılarak Kürt kadın kahramanlar yaratılmıştı. Az bilgi önemli değildir. Sizin yazarken giydireceğiniz karakter ve uyandıracağınız algı önemlidir.)
Çok ciddi bir edebi birikim ve kültür sahibi iseniz yazmak isteyenler için en kolay tür çocuk edebiyatıdır. Kaynak önünüzde, çevrenizdedir. Milli kültürden haberdar olmanız şartıyla. Çocukları dikkatle gözlemeniz, onların durduğu yerden yazıya aktarmanız yeterlidir. Hele bir de yaratıcı zekâya sahipseniz, şakacı bir üslubunuz varsa ne duruyorsunuz?
Bazıları yazma geçmişim, akademik bir kariyerim yok sadece okurum diye düşünür. Cocukluğundan beri okuyanlar, özellikle sınıf kitaplığına aldığı bütün kitapları öğrencilerinden önce kendisi okuyan (bu yüzden de çocuklara ne kadar abuk sabuk şeyler okutulduğunu bilen bir öğretmen bence çocuklar için de yazabilir. Bütün mesele zaten budur. Çoğu yazar yazdıklarının abuk sabuk şeyler olduğunu, dil ve imlasının kötü olduğunu bilmeden yazıyor. Kimse de bir şey demiyor. Okullara ulaşmak için Millî Eğitim Bakanlığından bir “uygundur” yazısı almak yetiyor. Okul kitaplıkları bunlarla dolu, Öğretmenlerimiz de maalesef içeriğine bile bakmadan kitaplığa koyuyor. Piyasadaki yayınevlerinin çoğu kitabı da kaliteesiz. Sağlam dili olan çocuk kitaplarının çoğu yabancı kitaplar. Çocuk kütüphanelerimiz Hristiyan misyonerlerinin, kahramanlarının adları Türkçe olan çocuk kitaplarıyla dolu.
Üstelik kaç aydır Korona dolayısıyla çocuklarımız evde. Şimdi uzaktan eğitim var. Kitaplığı bile olmayan evler var. Anne babalar da çocuğunun ne okuduğuna bakmıyor. Baksalar bile anlamıyor. Türk kültürü yerine iyi eser diye yabancı kültür eserleriyle besliyorlar. Çocuk, arkadaşı ne okumuşsa onu okumak istiyor. Ana babanın bu işte rolü sıfır. Bir de çocuk bilgisayar oyunlarına alıştıysa vay halimize. Çocuk heba olup gidiyor. Çocuk edebiyatı yalnızca edebiyat da değil hem. Çizgi film. Sinema filmi. Giysi. Oyun. Oyuncak. Kıyafet. Yatak örtüsü. Işık. Halı. Duvar. Perde. Süs. Kitap defter kapağı… Hary Potter’den kurtarsak bunlardan, modadan kurtaramıyoruz. Bunların hiç birini üretmiyoruz. Başkası bize sunuyor. Alıp çocuğumuzun başına atıyoruz. Ne milli eğitim ne kültür bakanlıklarının umurunda. Aileler ise çaresiz. Durumu görenler bir çıkış yolu bulamıyor. Buradan sağlıklı bir kimlik çıkması bile mucize.
Çocukluğumuzda okuduğumuz Kemalettin Tuğcu’nun hikâyeleri için şimdi uygun değil diyorlar. İlkokul döneminde çocuklarda gelişmemiş olan vicdan ve merhamet duygularının oluşması açısından çok yararlı görüyorum. MEB okullara girişini nerdeyse yasakladı. MEB bana göre ihanet içinde. Ömer Seyfeddin’in hikâyeleri için bile uygun değil diyecekler ama diyemiyorlar. (Ömer Seyfeddin’in Bomba hikâyesi belki ilkokul için uygun değil ama hikâyelerin yaş gruplarına göre kitaplaştırılıp okullara öyle tavsiye edilmesi gerekiyor. Bazen de sadeleştirme yapılıyor hikâyenin bir ya da bir kısmı çıkarılıyor bu hem yazara saygısızlık hem hikâyenin bütünlüğünü özünü bozuyor.) Şimdiki çocukların okudukları, seyrettikleri, oynadıkları bir bil9inse neler var içlerinde neler. Kimse bakmıyor.
Velilerin okullar kapanmaya yakın “Biz bütün yaz bunlarla ne yapacağız?” diye nasıl telaşlandıklarını iyi biliriz. Yazın da kendilerine en yakın fikir ve mesafe açısında kurslara dernek vakıf ya da abilere yolluyorlar! Anne babamız sokakta bizimle oyunlar oynardı. Çocukken pul vs. biriktirir, mektup yazar, çelik çomak oynardık… Korona salgınının eve hapsettiği çocuklar, alıştıkları bilgisayar oyunları yerine sokak oyunlarını tercih ederler mi bilmem. Öğreten olduysa tabi!
Bunları düzeltmemiz için çalışmamız lazım. Velilere evde çocuklarıyla neleri nasıl konuşacağını, hangi oyunları oynayacağını öğretmemiz lazım. Sadece öğrencilere değil velilere de öğretmenlik yapılması gerektiğine inanıyorum. Dikkatli öğretmenlerin evine gitmediği veli kalmamalı. Çünkü özellikle kadınların bir rehbere çok ihtiyaçları olduğunu görüyoruz. Onları nasıl ders çalıştıracaklarından başlayıp, hangi oyunları oynayabileceklerinden, hayata nasıl bakacaklarına kadar yönlendirebilirsiniz; tabi güven en önemli unsur.
İki kız, bir oğlan çocuk, bir torun, yüzlerce öğrenci… yetiştiren öğretmenim. Sağ olun. En büyük eser insandır. Yazmanıza da çok ihtiyacımız var.
Yok mu bu uğursuz gecenin sabahı? diyen sahipsiz milletimin aydınları. Siz sahip çıkarsanız sabahımız aydınlık olacaktır.